Olaylar Ve Görüşler

AIDS ve insan hakları - Prof. Dr. Bekir S. Kocazeybek

30 Kasım 2024 Cumartesi

1988 yılında ilk kez ilan edilen ve 36. yılında olduğumuz 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde tüm insanların amacı HIV’le (İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü) yaşayan insanlara desteği göstermek, AIDS’den (Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu) ölenleri anmak ve toplumlarda farkındalığı ve dayanışmayı artırmak ve ülke hükümetlerinin dikkatini bu hastalığa daha da ciddi yöneltmektir. 

Bu amaçla her yıl UNAIDS (Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı) belirli bir temayı (sorunsal amaç) seçerek sivil toplum ve ülke hükümetlerinin bu tema doğrultusunda etkinliklerini yapmasını önermektedir. 

‘DOĞRU YOLU SEÇİN’

Bu yılın “Dünya AIDS Günü” temasını “Doğru Yolu Seçin” olarak seçen UNAIDS bu temaya şöyle bir anlam yüklemektedir; AIDS’i sonlandıracak yolun, hakları savunma yolu olduğu, bu hakların da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’ni desteklemekten geçtiği, insan haklarına zarar veren cezai ve diğer yasaların kaldırılması ve insan haklarını koruyan yasaların ve yaklaşımların yürürlüğe konulmasına acil ihtiyaç olduğu, AIDS’i sonlandırmak için tüm toplulukların eşitçe ve ötelenmeden katılımını sağlamayı teşvik etmenin önemini vurgulamaktır. Ve sonuçta bu yılki UNAIDS teması; ülke yönetici liderlerine “Doğru Yolu Seçin” mesajıyla AIDS’e karşı savaşta her türlü hakkı korumayı seçmelerinin önemini özellikle vurgulamaktadır.

HÜKÜMETLERE DÜŞEN GÖREV

UNAIDS; HIV/AIDS ile yaşayanların insan hakları bakımından yaşadıkları sorunlara ve sorunların çözümlerine dikkat çekmek amacıyla uluslararası düzeyde hükümetlere çok önemli bir mesaj sunmaktadır. Peki HIV/AIDS’le yaşayan insan hakları tartışması değişik bölgelerde farklı düzeylerde yapılırken Türkiye’de HIV/AIDS’le yaşayanların insan hakları bakımından durumları nedir?

“Doğru yolu seçin” temasını Türkiye’nin yönetimsel bakış açısı, sivil toplum yaklaşımı ve örgütlenmesi ile akademik ve bilimsel sahiplenme bakımından irdelersek iyi bir durumda olmadığımızı görebiliriz.

Şöyle ki 2003’te İzmir’de kan transfüzyonuyla HIV ile enfekte olan bir bebeğin yazılı ve görsel medyada açıkça deşifre edilmesi ve adil olmayan yargılama süreci sonunda bebeğin ailesine tazminatın ancak AİHM tarafından tazmin edilmesi (!) nedeniyle “AIDS Bir İnsan Hakları Sorunu” başlıklı yazıyı kaleme almıştım. 

2011’de İstanbul Esenyurt’ta AIDS’ten ölen bir kişinin defni sırasında belediye görevlilerinin ölen kişiye karşı insan haklarını aşan davranışları nedeniyle yine “Türkiye’de Cehalet Kıskacında Bir İnsan Hakları Sorunu: AIDS” başlıklı makalemi yine bu gazetede yazmak zorunda kalmıştım. 2024’te Dünya AIDS Günü hâlâ insan hakları sorununa dönük bir temayla anılıyorsa, HIV/AIDS’le yaşayanların bu bakımdan sorunlarının hâlâ devam ettiğini net olarak anlayabiliriz. Bu sorun diğer gelişmiş ülkelerde az oranlarda görülse de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ciddi boyutlarda yaşanmaktadır. Afrika ve Asya gibi yoksul ülkelerin olduğu kıtalarda ise daha çok ekonomik boyutlu yetersiz korunma ve tedavi ağırlıklı olarak yüksek düzeylerde görülmektedir.

HALK SAĞLIĞI SORUNU

Ülkelerin siyasal yönetim tarzı, en temel insan hakkı olarak görülen yaşam hakkı, ifade özgürlüğü, kadın, çocuk ve LGBTİ vb. haklardaki ihlaller, otokratik/totaliter ve temel insan haklarını temel almayan yönetimlerde HIV/AIDS’le yaşayanlar için yaşamı çekilmez boyutlara ulaştırmaktadır. Siyasal yönetimlerin ötekileştirme politikalarıyla ve toplumdaki bilinçsiz bireylerin yanlış yaklaşımı ile içe kapanma, izolasyon ve toplumda ötekileştirilme ile bu bireylerin yaşamları adeta cehenneme dönmektedir (yaptığım uluslararası iki bilimsel çalışmada bu verileri gördüm).

Bu sorunların yanı sıra insan hakları bakımından son olarak ülkemizde medyaya da yansıyan özellikle HIV’le enfekte çocuk vakalarındaki artış iddiasıdır (İstanbul Tıp Fakültesi kaynaklı haber) ve İzmir’de AIDS’ten yaşamını yitiren 13 yaşındaki bir çocuğa dönük istismar iddiaları da ülkemizin pek de parlak olmayan diğer en temel insan hakları ihlallerine eklenmiş birer sayıdan öte geleceğimizi ilgilendiren daha fazla anlamı olan verilerdir. Zira COVID-19 nedeniyle 3-4 yıldır tanı, izlem ve tedavileri zorlaşan bu grup bireylere ek olarak artan mülteci akımıyla birlikte HIV’le enfekte bebek sayılarının da artıyor olabileceği iddiası ülkemizin geleceğinde sağlıklı ve dinamik toplum yapılanması için ciddi riskler oluşturabilir. 

YOKSUL ÜLKELERDE SAYI ARTIYOR

Sonuç olarak HIV/AIDS sorunu toplumların bugün ve geleceğini her yönüyle tehdit eden ve en temel insan hakkı olan yaşam hakkını ortadan kaldırabilen ve toplumsal barışı tehdit edebilen ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak halen önemini korumaktadır. 

Küresel insan hareketlerinin karşılıklı artmasıyla da özellikle gelişmekte olan ve yoksul ülkelerde vaka sayıları giderek artmaktadır. Bu soruna ek olarak henüz koruyucu aşısı geliştirilemediğinden ve sadece eğitimle bilinçli korunma yöntemleri hastalıktan korunmak için geçerli olsa da toplumsal dinamiklerin (iç savaşlar, yoksulluk, göç) değişikliğine bağlı bizim gibi ülkelerde günden güne enfekte olgu sayıları yükselmektedir (her ne kadar Kasım 2023 itibarıyla TC Sağlık Bakanlığı tarafından HIV ile yaşayan vaka sayısı 39 bin 437 olarak belirtilmiş olsa da bu sayının buzdağı misali bildirilmeyen sayılarla daha fazla olduğu düşünülmelidir). 

Bu nedenlerle hükümetler HIV/AIDS sorununu diğer insan hakları sorununun bir parçası olarak görerek özellikle yeni doğan çocuklara dönük HIV enfeksiyonunun bulaşmasını başarıyla önleyen Küba örneğinde olduğu gibi uygulaması kanıtlanmış yöntemlerle geleceğimiz olan çocuklarımızı sağlıklı bir şekilde bu hastalık tablosundan uzak tutabileceklerdir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları