Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ateş Çemberi (14.10.2014)

14 Ekim 2014 Salı

Eski dostBerlusconi, on gün önce -başörtüsünün ortaöğretime inmesi vesilesiyle- Erdoğan’ı keskin ve sert ifadelerle “Laiklikten İslamcılığa doğru çok korkunç geri adımlar atıyor!” diyerek… uyarmıştı ya…
“Sağdıç Berlusconi”nin bu beklenmedik uyarısının gerisini getiren bir yazı dün eski Başbakanın gazetesi Il Giornale’de yayımlandı.
Türkiye IŞİD’e yardım ediyor” başlığıyla beş sütuna yayılan yazıda; “NATO’nun Türkiye’ye karşı koyması/ çıkması” hatta “Türkiye’ye saldırması” öneriliyor.
2001 ve 2003’te ABD ve NATO, Afganistan ve Irak’a… İslamcı terör nedeniyle savaş açtıysa; bugün El Kaide’den çok daha büyük bir tehdit olan IŞİD teröristlerine, kuşku götürmez biçimde yardım eden Türkiye’ye de ‘saldırmaka’ tereddüt göstermemeli!” diyen radikal değerlendirme; “Biden’ın özrü” ile son buluyor. Ve ardından “Batı Türklerin şantajına boyun eğiyor. Ama hiçbir realpolitik İslamcı teröre boyun eğmeyi mazur göstermez. (Böyle boyun eğerek) İntihar etmeyi seçiyoruz” diyerek bitiyor.
Makaleyi özellikle çarpıcı kılan husus gazetenin baş sayfasında, üzerinde IŞİD bayrağı bulunan Aziz Petrus meydanı görüntüsü ile yayımlanması...
IŞİD’in Aziz Petrus meydanının ortasına, kendi propagandası için fotomontajla diktiği siyah şeriat bayrağı görüntüsünün yanında özetlediğim yukardaki yazıya bağlantı veren “Giornale”; “IŞİD Roma’yı fethetmek istiyor. Bu bahis, Türkiye’den geçiyor!” başlığı ile IŞİD bayrağının görüntüsünü bir arada kullanıyor.
Türkiye bizzat sanki Vatikan’a şeriat bayrağı çekmenin davasını üstlenmiş gibi… IŞİD’le Türkiye’yi bu derece özdeşleştirici/yakınlaştırıcı bir algı yaratıyor fotoğraf…
Türkiye’nin Batı’dan hangi ölçülerde uzağa savrulduğunun, bundan daha görsel bir sunumu olamaz herhalde…
IŞİD olgusu ve terörünün faturasını Türkiye’ye yükleyen “Giornale”nin baş sayfası, Batı ile Türkiye’nin hangi kertede “ayrı dünyaların” yolcusu haline geldiğini; yolların ne oranda uzaklaştığını, ayrıştığını ortaya koyuyor.

Hedef: Suriye’de kukla devlet
Muhafazakâr burjuvazi ile İtalya’da iş çevrelerinin okuduğu bir yayın organı olan “Giornale”nin yanı sıra Berlusconi ailesinin diğer gazetesi Il Foglio’da da, hafta sonu enteresan bir yazı daha çıktı.

Erdoğan Obama’ya karşı: Türkiye ne istiyor? Kobani yanarken Erdoğan ve Obama birbirine bakıyor” (11 Ekim) başlığını taşıyan yazıda Türkiye’nin derdinin “tampon bölge” adı altında Suriye’de kısaca bir küçük kukla devlet kurmak olduğu iddia ediliyor.
Yazının ilgili bölümü özetle şöyle:
Tampon bölge,Türkiye tarafından insancıl bir proje olarak takdim ediliyor. Ama pratikte bu, bir askeri ve siyasi hamle. Bu hamleyle, Suriyeli isyancılara emanet edilecek ve Esad’ın hava saldırılarından NATO ya da ABD imkânlarıyla korunacak olan... bir mini-devletin tesisi hedefleniyor. Amerikalılarla müzakere edilen konu bu. Ankara (kurulmak istenen “mini devlet”in) Esad’ın savaş uçakları ve helikopter-lerinden (ABD/NATO eliyle) uzak tutulmasını istiyor. Washington, Şam’a savaş deklarasyonu anlamına gelecek ve IŞİD’le savaşı daha komplike hale geti-rebilecek böyle bir ek taahhüde girmek istemiyor. Bu karşıtlaşma sonucunda Kobani yanıp tutuşurken, Ankara-Washington diplomatik açmazı yaşanıyor... Açmaz, Türkiye’de protestolara yol açıyor. Erdoğan ise bu istikrarsızlaşmayı; üç yıldır gözünü ayırmadan kovaladığı Esad’a karşı savaş nedeniyle göze alıyor!

‘Dönüm noktası: 2009’
Kara kuvvetleri komutanı “ateş çemberindeyiz”; “öngörülemez belirsizlikler” içindeyiz… diyor ya…
Belirsizlikler ve çember çok büyük…
Türkiye’nin 60 yıllık Batı ittifakı içindeki yeri açıkça sorgulanıyor…
En yakın çevreden en geniş halkaya… “eski dostlar”ın hepsi yitiriliyor…
İran’dan… Rusya’ya… bölgenin en büyük, en önemli ülkeleri “ihtar” üzerine “ihtar” yapıyor…
Kısaca uluslararası ilişkilerde taş üstünde taş kalmıyor…
Niye?
Erdoğan çünkü “Üç senedir gözünü ayırmadan kovaladığı Esad’ı her ne pahasına olursa olsun, illa ki yerinden etmek istiyor!
Bu uğurda omuz/taviz verme görüntüsüne girdiği IŞİD’le aynı solukta anılmayı umursamıyor.
Sünni dünya liderliği” ve “neo-Osmanlı saplantısı” her kaygının zira üstüne çıkıyor.
Afaki söylemler ve uzak düşler gibi görünen bu gerçekdışı tasavvurlara; önce dışişleri bakanı, ardından Başbakan olan Davutoğlu’nun “teorik bağlam” ve “akademik içerik” kazandırması… zurnanın anlaşılan tam… zırt dediği yer oluyor.
Yakın döneme dek Türkiye’de büyükelçilik yapan bir Batılı diplomata; “Erdoğan bu geri freni olmayan noktaya nerede, nasıl geldi”yi sorduğumda, kendisinden tereddütsüz “2009” yanıtını aldım.
Aynı soruyu bana sorsalar, cevabım “12 eylül 2010 referandumu” olurdu…
Büyükelçi oysa Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığına çıktığı “2009”u işaret etti!
2009”, Obama’nın Başkan olduğu ve “Müslüman dünyayla özel, yoğunlaşan diyalog” bağlamında Erdoğan’ı kendisine ayrıcalıklı partner seçtiği yıl aynı zamanda.
Bu kilit dönüm noktasına, “Arap Baharı”nın tozu dumanı da eklenince… öngörülemeyen belirsizliklerle çevrili bu müthiş çembere girdik. Fırsat buldukça buradan devam edeceğim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları