Müjdat Gezen

Venedik Film Festivali

11 Mart 2024 Pazartesi

1932 yılında Ali Özgentürk’ün yönettiği, Orhan Kemal’in ünlü eseri “Bekçi Murtaza” Venedik Film Festivali’nin yarışma bölümüne davet edilmişti. Murtaza’yı ben oynuyordum. Önce bir basın toplantısı yapıldı. Ali ve ben kürsüye çıkıp konuşacağız. Fakat bizden önce Dustin Hoffman filmini tanıtıyor kürsüde. Salon ana baba günü. Konuşması bitti. Bütün medya onun peşinden koşarak gitti. Salon bomboş kaldı. Ali ile ben çıktık sahneye. Biraz bekledik. Dustin Hoffman odasına kapandığı için medyadan dönüp bizi izlemeye geldi. Akşamına smokinlerimizi giydik ve filmin gösterimine gittik. Bekçi filmi oynamaya başladı. Toplam 11 makara film oynayacak. Film birinci makara yerine 11. makaradan başladı. Yani filmin finalinden. Ali ayağa fırladı: “Stop stop” diye bağırmaya başladı. İkimiz makine dairesine koştuk. Kapı kilitli. Makinist içki içmeye gitmiş. Tekrar salona döndük. Ali Özgentürk “Yakın ışıkları” diye bağırdı. Yüksek sesle “Bu bir fiyaskodur. Seyrettiğiniz bölüm filmin finaliydi” dedi. “Biz Türkiye ekibi olarak salonu terk ediyoruz” dedi. Bastık çıktık. Ertesi günü La Repubblica, Il Gazzettıno, Lastampa gibi İtalyan gazeteleri filmi öve öve bitiremediler. Jack Nicholson’ın filmi de yarışıyordu. Gazetelerde şöyle bir eleştiri çıktı: “Jack Nicholson, İstanbul’a gitsin. Orada Müjdat Gezen var. Ondan sade oyunculuk konusunda ders alsın.” Yıllar geçti, adamı bekliyorum. Hâlâ gelmedi.

Atatürk diyor ki: Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur.

HİÇ BİSİKLETİM OLMADI...

Ağabeyim bir sigorta şirketinde işe başlamıştı. Küçük amcam sigorta konusunda duayendi. Bir dediği iki edilmezdi. Adli Okuş. Kız kardeşi, yani küçük halam da Seha Okuş. Onun da Türk halk müziği konusunda kredisi çok yüksektir. Neyse, ağabeyim ilk maaşı ile gitti bir bisiklet aldı. Ama bisiklete binmeyi bilmiyor. Ben karşı komşu arkadaşım Engin’in bisikletiyle tur atıyorum. Bizim bisiklet balkona kondu ve orada kaldı. Sıcak bir yaz günü. Ağabeyimler arkadaş grubuyla yazları Yeşilköy Çiroz sahilinde kamp kuruyorlar. Gittiler. Ben balkondan bisikleti aldım. Bindim. Ağabeyimle yengeme sürpriz yapacağım. Yeşilköy’e kadar pedal çevirdim. Fatih’ten o kamp yeri kaç kilometre bilmiyorum. Kan ter içinde kamp yerine vardım. Ağabeyim beni gördü, daha doğrusu önce bisikletini gördü ve “Sen ne arıyorsun burada?” dedi. “Sizi görmeye geldim” dedim. “Bisikleti kullanmak için kimden izin aldın? Hemen geri dön.” Döndüm.

Sonraki yıllarda kendime bisiklet aldım, motosiklet aldım, araba aldım, cip aldım, karavan aldım, tekne aldım. Yani üzerine çıkıp kullanabileceğim ne varsa aldım. Aldım da ne oldu acaba? Hiç. Mal mülk hep en son düşündüğüm şeyler oldu. İnsan biriktirdim ben.

KAPATIN GÖZLERİNİZİ

Anlamadığım İlker Başbuğ ve yüzlerce kişi tutuklanarak cezaevine atıldığında iktidarda kim vardı?... AKP. Biz neyi konuşuyoruz? AKP her dönemde faşizan bir parti olmuştur. Biz neyi konuşuyoruz? Adamların bugün de konuşmalarına bakın, kapayın gözünüzü İtalyanca, Almanca gibi dinleyin söylenenleri. Umarım anladınız.

SONBAHARDA

DALDAN DÜŞTÜ.

SON SARI YAPRAK. ELVEDA DÜNYA

MERHABA TOPRAK.

ZAMAN

Zamanın daha hızlı tükendiğini ilaç kutumu, haftalık ilaçlarımı düzenlerken bir kez daha anladım. Birkaç gün önce yapmıştım bu işi gibi geldi bana. Sevgili Ayhan Kırdar’ın bir şiirinde dediği gibi:

“Zaman iri bir kalburun deliklerinden akıp durmakta.”

Bu kadar mı hızlı geçer? Kime geçmez zaman biliyor musunuz? Bedelli meselesi yokken teskere bekleyen askere geçmez. Sıladakine geçmez. Tahliyesini bekleyen mahkûma geçmez... Yaşarsan bilirsin bunları. Tümünü yaşamış biri olarak söylüyorum.

***

Hiçbir iktidar masum değildir... Tamam, aynen öyledir. Ama şu son dönemde öyle şeyler yaşadık ki rahatlıkla şunu söyleyebilirim: “Bu iktidar hiç masum değil.” Burada anlatmaya kalksam yeni bir dava konusu olur. Ama gerçeği isterseniz, ben bunu Haddini Bil kitabımda anlattım. Pek çok kitabımda da anlattım. Cumhuriyet tarihi hiç bu kadar haksızlıklarla karşılaşmadı. Koca koca generalleri boş yere hapislerde yatırıp sonra özür dilediler. Bunlardan biri de yakın dostum İlker Başbuğ’dur. Hayatını terörle mücadeleye vermiş adamı, terör örgütüne yardım etmekten yargıladılar. Bir ülke bu kadar kibirlilikle yönetilemez. Kibir, kin ve intikamla yaşar ama sevgi kibir barındırmaz. Her işin başıdır sevgi. Ortaya bir tepsi baklava koy, yemeğe başlasın herkes, bir süre sonra tepsi bomboş kalır. Oysa ortaya sevgiyi koyup paylaş, arttıkça artar. Paylaştıkça artan tek şeydir sevgi. Bizi sevgisiz toplum yaptılar. Böldüler, parçaladılar, yönettiler. Allah’ın tokadı yok. O da onları böldü. “Etme bulma dünyası ya da edersen bulursun.”

FİKRİMİN İNCE GÜLÜ...

Ne güzel bir şarkıdır. “Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü, o gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni.” Beste ve güfte, yani söz ve müzik: İsmail Hakkı Bey. Ne güzel sözler dediğimde bir de baktım ki İsmail Hakkı Bey’in başında bir de “Muallim” sözcüğü var. Yani adam öğretmen. Edebiyat öğretmeni veya müzik öğretmeni olmalı. Çünkü bu güzel dizeler ancak bir öğretmenin elinden, yüreğinden çıkar. Diyeceksiniz ki: “Bu kadar, bunca güzel şarkıları yapanların hepsi mi öğretmen?” Yooo. Ben öyle bir şey demedim ki. Bu düz mantık hepimizde var. Ben “Fikrimin ince gülü” gibi güzel bir dizeyi bir öğretmen yazar diye düşündüm. Bu benim düşüncem. Düşüncelerinden dolayı insanları yargılama fikri öylesine yaygınlaşmış ki bizim toplumda, ister istemez bundan dolayı da yargılanır mıyız (duygusal anlamda) diye düşünüyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Açık açık söyle 4 Kasım 2024
Ottoman 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları