Müjdat Gezen

Geçen haftadan devamla...

05 Ağustos 2024 Pazartesi

1971 yılı. Ben ünlü oldum. Her ne kadar sanat hayatımın onuncu yılı bitmiş olsa da o zamanlar tek diziyle şöhret olmak yoktu. On yıl bana yetti. Gazino sahnelerinde şov yapıyor, filmlerde başrol oynuyorum. Kiradan kurtularak bir kat, bir de arabam olmuştu. Çok gençtim ve ünlüydüm. Taşıyamamışım demek ki. Adana Film Festivali’ndeyiz. Ekrem Bora bana: “Seninle bu gece Muhterem’e (Nur) gidelim, burada pavyonda çalışıyor” dedi. Bir de ilk başrolünü oynayan genç kız oyuncu aldık yanımıza. İki kelle gitmeyelim diye... Muhterem, sahne aldı. İzledik. Bitiminde sarıldık, öpüştük, hasret giderdik. Otelimize dönük. O genç kızın odasını, devrin magazincileri basmış. Kızı sorguya çekiyorlar. Ben dışarıdan kızın ağlamasını duydum. Açtım oda kapısını girdim içeri. Neticede o genç oyuncuyu götüren bizdik gece kulübüne. Tepem attı. Kıza çullandıkça çullanıyorlar. İçlerinden biri bana: “Sen karışma bu işe, biz basınız, yedinci kuvvetiz” dedi. Ben de: “İyi, ben de sekizinci kuvvetim” dedim. Gençlik. Ben diyeyim 20 yıl, siz deyin 30 yıl bu lafımın bedelini ağır şekilde ödedim... Gazetecilerle, televizyoncularla polemiğe hiç girmedim o günden sonra... O mesleklerin yeni kuşak çalışanları da beni sevdiler aramızda hiç gerginlik olmadı. Tabii satılmış olanları saymıyorum ve ayrıca da saymıyorum. Hiç saygım yok o tiplere. 

Politikacılar... Siz, siz olun benim yaptığım hatayı yapmayın. Sanatçılar sakın şımarmayın... Fatura fena ödetiliyor... 

ÜLKÜ TAMER 

“Hem derslerini bilmez, hem şişman herkesten.” Bu dizeler büyük şair, çevirmen Ülkü Tamer’e aittir. Çok iyi dostumdu. İyi adamdı. Aktörlük yaptığı zamanlarda pek çok oyunda birlikte oynadık. Milliyet Çocuk Dergisi’nde birlikte yazdık. Ülkü’nün şiir çevirileri de inanılmaz güzelliktedir. Bremen Mızıkacıları’nı adeta çevirmekten öte yeniden yazmıştır. Adaptasyon oyunlar konusunda da çok başarılıydı. Türkiye’de ilk defa 1967 yılında o çevirdi Ray Cooney’i Türkçeye. Çevirmekle de kalmadı, oyunu Zıpçıktı adıyla adapte etti. Başrolünü oynadım o sezon. Oyun ödül aldı. İstanbul Tiyatrosu’ndaki komedi anlayışını değiştirmişti o oyun. Ülkü az yetişen şair çevirmenlerdendir. Erken gitti. Bizi ülküsüz bıraktı. 

POLONİUS 

“Hamlet”in bir sahnesinde kötü kralın adamı Polonius, Hamlet ’in yanına gelir ve annesinin (yani ana kraliçenin) kendisini odasında beklediğini söyler. Hamlet’in aklını çalmaktadır bu sahnede. Polonius: “Efendimiz anneniz sizi beklemekte” der. O sırada oradan bir flavtacı (flütçü) geçmektedir. Hamlet flütü alır ve Polonius’a uzatır. “Şunu lütfen çalar mısınız?” “Çalamam efendimiz” der Polonius. “Lütfen çalın, parmaklarınızı üzerinde gezdirin istediğiniz sesleri çıkartır”. “Çalamam efendimiz. Perdelerini bilmiyorum.” Hamlet: “Ne kadar fena” der, “Benim perdelerimi de bilmediğiniz halde, benden istediğiniz sesleri çıkarmak istiyorsunuz. Beni çalmak flüt çalmaktan daha mı kolay sanıyorsunuz? Belki beni çalabilirsiniz ama benden istediğiniz sesleri çıkaramazsınız. Anneme söyleyin geliyorum.” 

Bu, oyunda benim en sevdiğim diyaloglardan biridir. Hani bugün de bizden istedikleri sesleri çıkarmamızı istiyorlar ya. İmkân yok buna. Bize her türlü kötülüğü yapabilirsiniz, haksız yere yargılayabilirsiniz, bize türlü zorluklar yaşatabilirsiniz ama istediğiniz sesi çıkaramazsınız. Sizin istediğiniz sesleri çıkaran sürüyle insan var zaten çevrenizde. 

TÜRKAN ŞORAY 

Güneş bulutların arkasında kalmakla yok olmaz. Kimlere baskılar yapıyorsunuz siz? Nasıl bir sistem getirdiniz bu güzel ülkeye? Utanmazlık had safhada. Ama dedik ya, biz güzel şeylerden söz edeceğiz diye. O zaman en güzelinden girelim konuya: Türkan Şoray. Daha güzeli var mı? Dangalak kesim onu bile yıpratmaya kalktı bir ara ama sökmedi. Ne olduğunu bilmediğimiz ve bilmek istemediğimiz birkaç insan, yarım asırda yetişmiş sanatçıya, Türkan’a ne yapabilir ki? 

1968 yılı. Yönetmen Atıf Yılmaz beni aradı. “Türkan’la bir film çekiyorum. Palyaço olacak. Senin çocuk tiyatron var, bize yardımcı olur musun?” dedi. Türkan benim semtlimdir. Geldiğimiz yerler ve koşullar birbirine uyar. Ayrıca Türkan Şoray’dır. Gittim sete. Kostümlerimi götürdüm. Dünyaca ünlü Medrano Sirki’nin palyaçosu Patata’dan makyaj öğrenmiştim. Yaman, o sirkin sunuculuğunu yaparken beni Patata ile tanıştırmıştı. Makyajını yaptım, numaraları öğrettim. Karşısında bir oyuncu ile oynayacak. Türkan, “Ben Müjdat’la oynarım” dedi. Geçtim karşısına, oynadık. Güzel oldu. Sonradan filmi izlediğimde Atıf Abi jenerikte beni çok onore etmiş. Bunu gördüm. Eskilerde vefa duygusu hâkimdi. Bizde doğal olarak vardır. Ne de olsa “VEFA”lıyız. Sonraki yıllarda Türkan, Kadir, ben bir film yaptık. Çok tuttu. Türkan inanılmaz güzeldi o filmde. Sık sık Türk filmi izliyorum televizyonda. Kadın oyuncularımızın tümü çok başarılı. Eski, yeni hepsi işlerini yapıyorlar. Fakat Türkan Şoray’ın sırrını ben şu dönemde somut olarak çözdüm. İyi bir film izleyicisi olduğum söylenemez. Ben belgeselciyim. Ancak Türk filmi izlerken “Ah bir Türkan filmi çıksa da izlesem” demeye başladım. Kadın ekranda göründükten kısa bir süre sonra oradan aşağıya atlayıp salonun veya odanın içine giriyor. Yetenek deyin, güzellik deyin, şans deyin (ki ben işimi hiç şansa bağlamam), ne derseniz deyin, bir farklılık var kadında. Büyüsü var. Tuhaf bir sıcaklığı var. O, sete geldiğinde bütün ekip ona âşık olurdu. Set işçisi, kameramanı, yönetmeni, oyuncusu, kimi sayarsan say. O da bunu bilir, ona göre davranırdı. Severdi sevilmeyi. Çok sıcaktı. Gizli, hadi dürüst olalım gizli değil belirgin bir seksapeli vardı. Hem de hiç öpüşmediği ve hiç dekolte giyinmediği halde o filmlerde. Yönetmeni iyi dinleyen, iyi paylaşan, iyi öneri getiren oyuncu tipiydi. Emre Kongar der ki: “İnsana ait hiçbir şey beni şaşırtmaz.” Bu tümceyi olumlu da, olumsuz da kullanabilirsiniz. Türkan’a ait şeylere de şaşırmamak gerekir o zaman, öyle değil mi? Türkan beni hep şaşırtır. Bir kere dostlarına karşı inanılmaz alçakgönüllüdür. Zevklidir. Çektiği sıkıntıları yansıtmaz. İster özel yaşamında olsun, ister sağlık sorunları olsun kimseyi üzmemeye çalışır. Okul yaptıran ilk sanatçıdır. Duyarlıdır. İnsanları, halkı, seyircisini hem sever hem sayar. Kimseyi incittiğini görmedim. Ama o, yaşamın içinde epeyce incinmiştir. Bunu belli etmez. Atar içine. Arada dostu bildiği kimselerle paylaşır ki o da çok nadirdir. Yazdığı kitapta “En güvendiğim insan Müjdat’tır” demişti. Dost olarak güvenini hiç sarsmadım. Dostlarımı iyi saklarım. Kendimden bile sakınırım. Çünkü yeni dostlar edinecek kadar zamanım yok artık. Bir gün Savaş’a dedim ki: “Ne güzel sosyal bir adamsın, yeni dostlar ediniyorsun.” “Yanılıyorsun, benim bu yaştan sonra dost edinecek zamanım yok, bir dost kaç yılda ediniliyor bilmiyor musun sen?” demişti. 

ATATÜRK DİYOR Kİ: BENİMSENEN KÖTÜNÜN İYİSİ, KÖTÜLÜKLERİN EN BÜYÜĞÜDÜR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Açık açık söyle 4 Kasım 2024
Ottoman 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları