Miyase İlknur

Uğur'suz yıllar

25 Ocak 2020 Cumartesi

Türkiye gibi dış müdhalelere açık ülkelerde gazeteci de olsanız günlük olayları, bütüncül bir arka plan okuması yapmak ve fotoğraf karalerini birleştirerek değil, her birini tekil olarak ele alıp değerlendirme hatasına sıkça düşeriz. Bu kolaycı yaklaşımın sonucunda yanılgıya düşmemiz, olayların gerçek faillerini ıskalamamız ve tetikçilerin arkasındaki güçlerin tam da istediği gibi “cambaza bak cambaza” komutuna uymamız kaçınılmaz olur. Bugün Türkiye’nin ve içinde bulunduğu coğrafyanın yaşadıklarının ve yaşayacaklarının ilk işaret fişeklerini bu nedenle görmedik, göremedik.

Dün 27 yıl önce katledilen, gazetimizin duayen yazarlarından Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümüydü. Onun neden katledildiği, kimlerin katlettiği, tetikçilere kimlerin emir verdiği ve bu cinayete yurtiçinde hangi odakların yardım ettiği konusunda hâlâ papatya falı açıyoruz. Bu cinayetin üzerindeki sır perdesini aralamak için de Uğur Mumcu gibi birine ihtiyaç var. 

Uğur Mumcu’nun ölümünün arkasından yüz binler yürürken aynı zamanda “Türkiye laiktir laik kalacak”, “Türkiye İran olmayacak” diye haykırdı. Tabii biz de...

Neden?

O anda herkesle birlikte biz de cambaza bakıyorduk da ondan. Çünkü öyle düşünmemizi ve haykırmamızı gerektirecek atmosfer 90’ların başından itibaren adım adım yaratılmıştı. Önce Muammer AksoyÇetin EmeçTuran Dursun ve Bahriye Üçok suikastlarıyla toplum hazırlandı. O tarihe kadar radikal Vahhabi eğilimli İslamcı terör örgütleri, kurucu güç tarafından henüz dolaşıma sokulmadığından Türkiye’de “İslamcı” denince akla hemen İran İslam Cumhuriyeti geliyordu. Zaten İran’ın İslam devrimini başka ülkelere ihraç etme niyeti de bilindiğinden olağan şüpheli durumuna düşmesi kaçınılmazdı. Tetikçiler de İran’la bağlantılı isimlerden seçilirse operasyon amacına ulaşmış demekti. 

Peki niye İran?

Çünkü daha 1989’da, ABD’ye Milli Güvenlik konusunda strateji üretmek amacıyla çalışmalar yapan RAND adlı kuruluşun daimi politik danışmanı, CIA’nın eski başkan yardımcısı Graham Fuller’in o tarihten itibaren temellerini attığı BOP’un önünde bölgede engel olabilecek iki ülkeden biri Türkiye diğeri İran’dı da ondan. Bu iki ülkenin güç birliğinin acilen önlenmesi, hatta birbirlerine düşürülmesi gerekiyordu. 

Tabii bu suikastlar işlenirken içeride de yardım aldığı küresel güç odaklarına bağlı ve bu türden suikastları iz bırakmadan yapabilecek operasyonel kabiliyete sahip kişi ya da kurumlar da kullanılmıştı. O nedenle “tuğla çekilirse duvar da yıkılır” dendi.

Uğur Mumcu cinayeti sadece bununla mı ilintili?

Elbetteki değil. Uğur Mumcu’dan tam 24 gün sonra sabotaj süsü verilmiş bir planla katledilen Orgeneral Eşref Bitlis ve Binbaşı Cem Ersever suikaslarını diğerlerinden ayrı değerlendirmek gerekir. BOP’un ilk adımı olarak Irak’a çökmek için önce Saddam’ın Kuveyt’i işgalini görmezden gelip sonrasında tepesine binildi ve Çekiç Güç denen melanet gelip sınırımıza kondu. Sınırımıza konan sadece Çekiç Güç değildi. O tarihe kadar Lübnan’ın doğsundaki Bekaa Vadisi’nde konuşlanan terör örgütü de Çekiç Güç’ün himayesinde komşumuz oldu. 

Ilımlı İslam elbisesi dikiliyor

Fuller, Fukuyama, Huntigton, Wolfowitz, Perle, Grosman ve Henze efendilerin planları adım adım pratiğe geçirildi. Bir yandan Türkiye’de terör her gün onlarca can alırken, diğer yandan başka bir el Musa Anter, Vedat AydınMehmet Sincar gibi tanınmış Kürt aydın ve siyasetçilerine yönelik suikastlar gerçekleştiriyor, Özgür Ülke gazetesini bombalıyor, “devlet içinde birileri rutinin dışına çıkarak” bölgede faili meçhullerle bir iç savaşın ya da darbenin parke taşları döşeniyordu.

Olmadı mı? Başka bir fay kırığı üzerine plan hazırdı. Tetikçileri bulmak çok daha kolaydı. Gelsin 2 Temmuz 1993’te Madımak Katilamı. Aleviler sokağa dökülmüyorsa o zaman “Sünnileri sokağa dökelim” planı devreye sokuluyor. Ve üç gün sonra Başbağlar Katliamı geliyor. Yine mi olmadı?

İki yıl sonra Gazi Katliamı gelsin o zaman.

Bir yandan bu suikast ve katliamlarla Türkiye, iç işleriyle uğraşın onlar da yanı başındaki bölgeyi dizayn etsinler. Diğer yandan da CIA güdümlü FETÖ eliyle Fukuyama ve Fuller’in ılımlı İslam projesi elbisesini Türkiye’ye giydirmeye çalışsınlar. Kısmen başardılar da...

İşte yaşadığımız Uğur’suz yılların bizi getirdiği nokta.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları