Miyase İlknur

Temenni ile gerçek

12 Ekim 2019 Cumartesi

Suriye politikamızın nasıl başladığını ve nereye evrildiğini hep birlikte yaşadık, gördük. Başladığımızda ve geldiğimiz noktaya baktığımızda Muzaffer Sarısözen’in Bolulu Emin Arın’dan derlediği “Halimem” türküsünün son nakaratı tam da içinde bulunduğumuz durumu anlatıyor.
“Alçaklara kar yağdı üşümedin mi
Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?”
“Arap Baharı”nın ülkeden ülkeye sıçradığı, daha doğrusu sıçratıldığı dönemde Suriye’de muhalifler sokaklara dökülünce elinde benzin bidonuyla ilk koşturan ülke biz olduk. Esad’a parmak sallayıp muhaliflere mali, askeri, hatta cerrahi yardım yapmakla kalmadık, onlara destek olabilecek cihatçı grupların geçişi için sınırlamızı alabildiğine açtık. Ne adına? Esad’ı bir an önce devirip Emevi Camii’nde cuma namazı kılmak adına. Namaz işin şov yanı tabii. Suriye parçalanırsa bize de bir şey düşer mi hani. Suriye parçalandı. Rus, İran, ABD ve ABD’nin lejyonerleri PYD-YPG gelip Suriye topraklarına yerleşti. Bize düşen de 5 milyona yakın geçici koruma statüsüne sahip sığınmacı besleyip, kolladığımız ve gelecekte ne yapacağımızı bilmediğimiz ÖSO’yu oluşturan cihatçı gruplar ile Kuzey Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin kuzeydoğusunda silahlı terör örgütü PK ile komşuluk.
Osmanlı hayalinin bizi getirdiği noktaya bakar mısınız?
Suriye’de ilk kıvılcım başladığında silahlı muhalif güçlere destek verip ateşi harlamasaydık, Esad bu kadar güçsüz düşmeyecek, Rusya ve İran’dan yardım istemek zorunda kalmayacaktı. Esad bir an önce gitsin diye sınırlarımızı açmasaydık, ABD’nin doğup büyüttüğü IŞİD’in kanlı eylemleri olmayacak ve ABD’nin de bölgeye gelmek için IŞİD bahanesi olmayacaktı. IŞİD’i bahane eden ABD ve İsrail’in, Kuzey Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin kuzeyinde uydu bir devlet kurma hayali suya düşecekti. Sonuçta Türkiye, Suriye’ye üç harekât yapmak zorunda kalmayacaktı.
Türkiye sağının iç politikada ihtiyaç duyduğu fetih, kahramanlık ve Osmanlı rüyası her dönemde ülkenin başını ağrıtan, geleneksel dış politikamızı alabora eden ve yıllar yılı düzeltmek için didinip durduğumuz belalar olmuştur.
Gelin, yakın tarihimizin tozlu sayfalarını şöyle bir çevirelim.
DP, iktidara geldiğinde NATO’ya girmek için TBMM’den karar çıkarmadan Kore’ye asker gönderdi. Bunu da kahramanlık argümanıyla kamuoyuna sundu. Sonuç, 741 askerimizi Kore’de bıraktık, 2 bin yaralı askerimizi alıp döndük. Truman Doktrini kapsamında Marshall ekonomi paketinden yararlanma hevesi ile ABD’nin uydusu olduk. Türkiye’de ABD’nin üsler kurmasını sanayi yatırımı yapmış gibi sevindik. Sonrasında o üslerin U-2 krizinden Çekiç Güç’e ne belalar açacağını o tarihte bilmiyorduk. Ha öğrendik de ne oldu? O ayrı konu.
DP iktidarının ilk döneminde Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, “Türkiye’nin Kıbrıs meselesi diye bir meselesi yoktur” açıklamasında bulunmuştu. 1954 yılında İngiltere Kıbrıs konusunu BM gündemine taşıdı ve garantörlük elde etti. Böylelikle DP iktidarı döneminde İngiltere Kıbrıs konusuna yeni bir oyuncu olarak müdahil olmuş oldu. Aynı yıl Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu “Kendi kaderini tayin” kapsamında BM’ye götürmesi üzerine “Kıbrıs diye bir sorunumuz yok” diyen DP hükümeti, “Bize ne İngiltere düşünsün” diyerek adanın İngiliz kolonisi olarak devamından yana tavır koydu. Sonra da Yunanistan’ın tezlerine karşı elini güçlendirmek için 6-7 Eylül olaylarını sahneye koyarak başımıza olmaz işler açtı.
1. Körfez Krizi döneminde Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD’nin bölgeye ilişkin planlarını öğrenince “Ben Ortadoğu’daki yeni haritaları gördüm. Engelleyemiyorsak bari içinde olalım” diyerek ABD politikalarına destek verdi. TBMM’ye ait olan savaş yetkisini Bakanlar Kurulu’na devretti ve Çekiç Güç’ün Irak’ın kuzeyinde konuşlanması için üslerimizi kullanmasına göz yumdu. Ülkemizdeki üslerin NATO amaçları dışında kullanılmasına itiraz eden dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’la ters düşerek istifa etmesine neden oldu. Özal, “Bir koyup üç alacağız” derken gelinen noktada alacak verecek hanesi tersine döndü.
Sonuç: Çekiç Güç himayesinde PK militanları “beka”dan çıkıp burnumuzun dibindeki Kandil’e yerleşti ve kitlesel terör saldırıları sonucu binlerce asker şehit oldu. Yetmedi, Kuzey Irak’ta Türkiye’nin “kırmızı çizgileri” bir bir çiğnenerek “Özerk Kürt Devleti” kuruldu.
Temenni ile gerçeklik her zaman sizin öngördüğünüz gibi olmayabiliyor.
İşi kolay kılmak yerine zorlaştırmakta üstümüze yok. Esad rejimi ile anlaşmış olsak ve rejim muhalifi cihatçılara destek vermesek zaten “Barış Pınarı” adı verilen bu harekâta ihtiyaç kalmayacaktı. Ne IŞİD, ne PYD-YPG o bölgede cirit atabilecekti. Suriye’nin kendi toprak bütünlüğünü koruyacak güce sahip olacaktı.
Demek ki neymiş?
Temenni başka, gerçeklik başka bir şeymiş.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları