Miyase İlknur

Ders vermeyin ders alın

06 Ağustos 2022 Cumartesi

Egosu tavan yapan isimlerin ortak özelliğidir, kendi ders alacak yerde herkese ders vermeye kalkmak. UEFA kupasını kazandıktan sonra taraftarların “İmparator” tezahüratını fazla ciddiye alan Galatasaray’ın eski teknik direktörü Fatih Terim, kendisini eleştirenlere “Ben ders almam ders veririm” diye çıkışmıştı. Yandaşlarının “Reis” diye yücelttiği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da hem içerideki muhaliflerine hem de dışarıdaki hasım gördüklerine “Eyy!” diye başlayan cümlelerle sürekli ayar verir. Eğer kendi ülkesini her alanda örnek alınması gereken bir düzeye çıkarmışsa varsın ders versin. Ama üçüncü dünya dediğimiz gelişmemiş ülkelerin bile standartlarının gerisine düşürmüşse bırakın ders vermeyi ders alması gerekir. Hele ki istikrarlı bir şekilde geçmişteki hatalarını tekrarlıyorsa.

KPSS sınavındaki rezaleti konuşuyoruz günlerdir. Böyle bir rezalet ilk kez başımıza gelmiş olsaydı ve cumhurbaşkanı da hemen Devlet Denetleme Kurulu’na soruşturma yetkisi verip ÖSYM başkanını da görevden almasını alkışlar, aynı rezaletin bir daha tekrarlanmayacağı umudunu koruyabilirdik. Ama bu kaçıncı birader?

Bir değil, iki değil, üç değil...

Sorun nerede peki?

Liyakat yerine tarikatı esas almamızdan. Dersane tarikatçı, soru hazırlamakla görevli hocalar da muhtemelen öyle. Görevden aldığın ÖSYM başkanının yerine atanan da tarikatçı. Yarın onun da kendi tarikatının yayınevleri ve dersanelerine soruları vermeyeceğinin garantisi var mı?

Partizanlık her siyasi iktidar döneminde oldu. Ancak bu partizanlık daha çok müsteşar ya da düz memur atamalarında olurdu. Devletin kurumsal hafızası ve sorun çözmede deneyime önem verilirdi. Ancak daha iyisi ya da muadili varsa eski bir bürokratın yerine yenisi atanırdı.

Polis sınavlarında usulsüzlük 80’lerden önce başlamıştı. MHP iddianamesinde Abdülkadir Aksu’nun polis sınavları için isim listesi istediğine yönelik mesajları MHP Genel Merkezi’nde bulunduğu bilgisi bunu kanıtlıyor. Sonraki yıllarda da Mehmet Ağar’ın hazırladığı listelerin sınav sonucu ne olursa olsun polis olduğunu biliyoruz.

TSK sınavlarına sonsuz bir güven vardı. FETÖ ile birlikte o sınavların da ruhuna el Fatiha.

FETÖ, sadece TSK ile yetinmedi, ÖSYM sınavlarının bile ırzına geçti. Hırsızlığı FETÖ yaptı ama AKP de bu hırsızlığa kalkan oldu.

Eski yıllarda toplumun en çok güvendiği ve asla sorgulamadığı üç kurum vardı. Bunlar ÖSYM, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) ve Milli Piyango İdaresi’ydi. AKP sayesinde bu üç kuruma da güven yerlerde sürünüyor.

MUĞLALI OLAYINDAN DERS ALINDI MI?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceki gün Uludere’deydi. Bundan 13 yıl önce 28 Aralık 2011 tarihinde Uludere’de kaçakçılık yapan 34 köylü hava bombardımanı ile yaşamını yitirmişti. Tarihe Uludere katliamı olarak geçen olayda yaşamını yitirenlerden 18’inin yaşı 18 yaşın altındaydı. Korkunç bir olaydı. Güya Bahoz Erdal kaçakçıların arasına karışarak Türkiye’ye sızacak yönünde istihbarat alınmıştı. O nedenle hava harekâtı yapılmıştı.

Bahoz Erdal’ı ortadan kaldırmak için 34 köylünün yaşamını hiçe saymak nasıl bir mantık?

Nasıl bir mantık olduğunu AYM’ye yapılan ailelerin başvurusu üzerine Adalet Bakanlığı’nın mahkemeye gönderdiği yazılı savunmasından anlıyoruz. Bakanlık bu savunmada özetle diyor ki: “Aksini düşünmek devlet ve kanun adamlarına görev yaparken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet olur.”

Devlet tek bir yurttaşının burnu kanamasın diye operasyon için gerekirse aylarca bekler.

Kaçakçılık doğu ve güneydoğu bölgelerimizin bir gerçekliği. Binlerce aile onlarca yıldır kaçakçılıktan geçinir. Bu durum bölgede görev yapan güvenlik güçleri tarafından da bilindiğinden genelde göz yumulur.

Uludere katliamının bir örneği 1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde yaşandı. İran ile Van arasında kaçakçılık yapan bir grup, başka bir aşiretle aralarında koyun çalma olayı nedeniyle tutuklanır. Kaçakçıların ajan olduğuna iman eden III. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı, onları cezaevinden aldırtıp Özalp’te Sefo Deresi denen yerde kurşuna dizdirir. Önceden “Kaçarken vuruldular” tutanağını dosyaya koyar. Olay o günlerde kapatılır. Ancak DP’nin iktidara gelmesiyle dosya yeniden açılır ve Muğlalı idama mahkûm ettirilir ancak hapiste yaşamını yitirir.

Tamam hesap kapanmış denebilir. Ama 2004 yılında katliamın yaşandığı Özalp’teki kışlaya “Mustafa Muğlalı” adı verilmesi tam bir garabetti. O katliamda yakınlarını yitirmiş insanlara meydan okumaydı. Sonradan kışlanın ismi değiştirildi ama bu tür olaylar nedeniyle bölge insanlarının devlete güveni de tahrip ediliyor.

Muğlalı olayından ders almayan devlet Uludere katliamında da sınıfta kaldı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları