Miyase İlknur

Aynı kaba pislemek

22 Mayıs 2021 Cumartesi

İslamiyette “Aynı kaptan yemek yemek sünnetir” derler. Peki, ya aynı kaba pislemek?

Literatüre baktım, bu konuda net bir bilgi yok. Niye bu konuyu araştırdığımı anlamışsınızdır sanırım. Son günlerde ulusça tek eğlencemiz, suç örgütü lideri Sedat Peker’in videolarında anlattıkları. Birlikte aynı kaptan yiyip aynı kaba pislediği kişilerin kirli çamaşırlarını gıdım gıdım da olsa ortaya seriyor. Bu arada hepsini değilse bile basit suç kapsamına girecek kendi marifetlerini de...

Mafyayla iş tutarsanız sonucuna da katlanacaksınız. Başkalarına karşı kullandığınız tetikçi, beklentileri karşılanmayınca namluyu size doğrultur. Peker olayında da olan budur.

**

Anavatanı Sicilya ve Palermo olan mafya gruplarının ilk faaliyetleri, haraç karşılığında Sicilya’daki toprak sahiplerinin ürünlerini korumaktı. Mussolini döneminde ağır bir darbe yiyen Sicilya mafyası II. Dünya Savaşı’ndan sonra serbest kalınca ABD’ye olan İtalyan göçüyle yeni kıtada faaliyetlerini sürdürdü. İtalya’da mafyanın kökünün kazınması için yapılan mücadelede namuslu güvenlik görevlileri, siyasetçiler ve savcılar canlarından oldu. Sonuçta mafya çıktığı topraklardan kazındı. 

Günümüzde Gürcistan, Azerbaycan, Arnavutluk, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Çeçenistan, Rusya, Meksika mafya oluşumlarının en rahat yaşama imkânı bulduğu ülkeler. 

Peki, bu ülkelerin ortak özellikleri ne?

Otoriter yönetimlerin hüküm sürmesi, kuvvetler ayrılığının, yargıç teminatının ve basın özgürlüğünün olmaması.

Mafya örgütleri, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği ülkelerde yaşama alanı bulamaz. Yaşama alanı bulması için mafyanın arkasında ciddi siyasi bir gücün de olması gerekir. Yoksa İtalya’da Mussolini’nin faşist yönetiminde de demokrasi yoktu ama mafya yaşayamadı. Çünkü ülkesinde hukuku ayaklar altına alan Mussolini, mafyanın köküne kibrit suyu döktü.

1980 öncesinde de uyuşturucu, silah ve sigara kaçakçılığı yapan mafya yapılanmaları vardı. Ama bunlar siyasilerle değil, para karşılığı ayarttıkları bürokratlarla işlerini yürütürlerdi. Bir de kendilerine “kabadayı” denen isimler vardı. Onların faaliyet alanı daha çok kumarhane işletmek, çek-senet tahsilatı ya da birilerine koruma sağlamaktan ibaretti. Siyasilerle fazla ilişkileri yoktu. Olsa bile bu, siyasilerden himaye görme şeklinde olmadı hiç. İnci Baba’nın Süleyman Demirel’le, Dündar Kılıç’ın sol kesimle ilişkileri duygusal ilişkiden öteye geçmedi. Ama Özal’la başlayan siyaset-mafya-bürokrat-ticaret işbirliği Çiller döneminde doruğa çıktı. Yılmaz döneminde ise adeta lağım patladı. AKP döneminde bu ortaklığa bir de tarikatlar eklemlendi.

YERALTI DÜNYASINA GİRİŞİM

Nokta dergisinde çalıştığımız dönemde mafya babaları ile ilgili bir dosya haber yapılması için niyeyse bendeniz seçilmiştim. O zamanki yazıişleri müdürüne “Beni gözden çıkardınız galiba. Yahu ben bu babaları nereden bulacağım da konuşacağım?” diye itiraz etmiştim ancak “Hadi hadi, sen istersen bulursun” diye sırtım sıvazlanarak iş bize yıkılmıştı. Neyse, hemşerim olan bir kabadayıya bir şekilde ulaşmıştım, onun aracılığıyla da yeniyetme babalara...

Hangi babanın mekânına gitsem duvarlarda eski Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’dan 12 Eylül’ün kudretli savcısı Süleyman Takkeci’ye, Mehmet Ağar’dan Abdülkadir Aksu’ya kadar “mühim” şahsiyetleriyle çekilmiş resimleriyle karşılaştım. Fotoğraflar da öyle ayaküstü bir yerlerde karşılaşılmış da çekilmiş türünden değildi. Yemek masalarında sarmaş dolaş poz verilmiş resimlerdi. Konuştuğumuz mafya babalarının hepsine de bu yakınlığın nereden geldiğini sorduk tabii ki. Birisi hariç, hepsi kaçamak yanıtlar verdi.

Sadece “Zaza Hikmet” lakaplı Hikmet Ilgın, “Eee, karşılıklı birbirbirimize iyiliklerimiz oluyor. Haliyle aramızda bir muhabbet de doğuyor” diyerek safça durumu özetlemişti. “Ne tür iyilikler bunlar” sorusuna da “Biz onların ev, araba ya da yazlık aldıklarında, çocuklarının kolej ödemeleri geldiğinde yardım taleplerini yerine getiriyoruz. Karşılığında da onlar bizim uşakların başı belaya girdiğinde yardımcı oluyorlar” yanıtını vermişti. Bu sözleri manşete çektik. Dergiyi okuyan diğer babalar Zaza Hikmet’e “Yav sen deli misin, bu sözler söylenir mi?” diye çıkışıyor. Tam da o günlerde Zaza Hikmet’in kardeşi Şeyhmus Ilgın, şirketine kaset yapmadığı için İbrahim Tatlıses’i ayağından vurdurmasın mı? Polis her yerde Şeyhmus’u arıyor, onu bulamayınca da ağabeyi Zaza Hikmet’in evine, ofisine, çiftliğine baskın yapıyor. Polis onun mekânlarına baskın yaparken o da dergiye baskın yapıyor. Baskın dediysek, hakkını yemeyelim, öyle silahlı baskın değil ama haberi düzeltmezsek işin kötüye gideceğini söylüyor adamları. Görevli olarak Ankara’da bulunduğumuz için de bu “rica”larını yöneticilere iletiyorlar. Ankara dönüşümüzde bana “çabuk izne ayrıl” telkininde bulunan bulunana. İşin aslını öğrenip Zaza’nın bizim gazetenin şimdiki binasının arka sokağındaki bürosuna dalıyoruz. Şaşırıyor. “Delikanlı bacıymışsın. Benim adımı duyan herifler kaçarken sen kadın halinle kalkıp geldin. Düzelt bu haberi de iş kapansın” diyor. Alnına silah dayamadığımızı, teybi önüne koyarak sorularımızı yönelttiğimizi söylüyoruz. Sonra da kendi mekânlarına yapılan baskının bizim haberimizle ilgisi olmadığını, aslında kardeşini aradıklarını söylüyoruz. Bu sefer mahcup oluyor. Alt katta da Deniz Atı adıyla bir kebap salonu var Zaza’nın. Gönlümü almak için “Sahan çig küfteyle lahmacun söyleyem?” diyor.

Ancak bir süre sonra Zaza yeniden mızırdanmaya başladı. Sürekli telefonlar, araya adam koymalar. Sonuçta kendisine ilk gittiğim kabadayı araya girdi de iş kapandı. Birkaç yıl önce uçağa binerken karşılaştığım Zaza, yüzüme dik dik bakarak “Bacı sen var sen... Benim anamı...” Tövbe estağfurullah!

Mafya dosyasını yaptık yapmasına ama gazeteci olarak bile bu dünyanın adamlarına bulaşmamak gerektiğini de tecrübeyle öğrenmiş olduk. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları