Miyase İlknur

Akil ve sakil

31 Ekim 2020 Cumartesi

Cumhuriyetin kuruluşunun 97. yılını önceki gün ulusça kutladık. Cumhuriyetin kurumlarına, kurucularına ve başta laiklik, hukuk ve sosyal devlet olma ilkelerine sahip çıkamadığımız; sahip çıkmak için atacağımız adımların risklerini göze alamadığımız; türlü çeşit bahanelerle yasaklanan milli bayramlarımızda en kolay ve en risksiz eylem biçimi olan evimizin balkonlarından bayrak sallayarak ya da sosyal medyadan mesaj yayımlayarak yasak savdığımız, görevimiz sadece buymuş ve yerine getirmişiz gibi vicdan rahatlattığımız bir günü daha geride bıraktık. 

Bundan 97 yıl önce ilan edilen Cumhuriyeti kuran kadro Fransız Devrimi ve aydınlanmacı düşünürlerden esinlenmişti. Milli iradenin tesisi, eğitimde akıl ve bilimin temel alınması, hukuk karşısında bireylerin eşit kılınması ve sosyal devlet ilkesinin temel alınması gibi fikirlere ilham kaynağı olan Fransız İhtilali hakkında Atatürk 8 Mart 1928’de Fransız Le Matin gazetesi muhabirine şu açıklamayı yapmıştı:

Fransa İhtilali bütün cihana hürriyet fikrini nefheylemiştir ve bu fikrin halen esas ve menbaı bulunmaktadır. Fakat tarihten beri beşeriyet terakki etmiştir. Türk demokrasisi Fransa İhtilali’nin açtığı yolu takip etmiş, lakin kendisine has vasfı mümeyyizle inkişaf etmiştir.

Fransız İhtilali ve aydınlanma çağının düşünürleri, Tanzimat’tan başlayarak Jön Türkler ve İttihat ve Terakki mensuplarını etkilemiş, ancak bu kuşağın etkileşim alanı Osmanlı topraklarını parçalanmaktan kurtarma vizyonuyla sınırlı kalmıştır. Cumhuriyet kurucu kadrosu ise aydınlanmanın milli egemenlik, laik eğitim, dini dogmalardan ve hurafelerden kurtarma, kadınlara eşit yurttaş hakkının tanınma ve her alanda bilimi esas alma fikirlerini yaşama geçirdikleri için başarılı olmuşlardır.  

1688 İngiliz devrimiyle başlayan ve 1789 Fransız Devrimi’yle doruk noktasına ulaşan aydınlanma çağının bir diğer adı da aklı başat alması ve tüm toplumsal ilişkiler ve kurumları akılcı esaslar üzerine oturtması nedeniyle akıl çağıdır. 

Akıl gel başıma takıl

Aydınlanma çağını bir ihtilalle taçlandırıp zirveye çıkaran ve o dönemde yeni yeni kurulmaya başlanan ulus devletlere de esin kaynağı olan Fransız halkının Macron gibi çapsız, hadsiz ve akıl fukarası biri devlet adamı ile geldiği nokta hazin.

Charlie Hebdo’nun Hz. Muhammed’e yönelik çirkin karikatürünü öğrencilerine gösterdiği için katledilen öğretmen üzerinden Fransa Devlet Başkanı Macron’un söylediği akla ziyan ve aptalca sözler, devamında da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sağduyudan uzak cevabı üzerine tırmanan gerilim, malum derginin bu kez de Erdoğan’a ve yine Hz. Muhammed’e hakaret eden karikatürü ile doruğa çıktı. Daha önceki karikatürü ile zaten sicili bozuk olan derginin, son karikatürünün akılla ve mizahla zerre ilgisi yok. İlk karikatürü de sorunluydu ancak alçakça bir katliam nedeniyle eleştiriden muaf tutuldu. Ancak yaşadığı katliam ona ebedi bir mağduriyet ve muafiyet tanımaz.

Macron, eğer aydınlanma düşünürlerinden bir nebze etkilenmiş olsaydı, ülkesinin önemli bir kısmını oluşturan Müslüman vatandaşların hassasiyetini göz önünde bulundurur ve o çirkin sözleri söylemezdi. Hem de Müslüman coğrafyada yeniden etkin olma hayalleri kurarken.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da Macron’un ağır bir eleştiriyi hak eden sözlerini, hakaret ederek değil, akıl ve sağduyuya dayanan cümlelerle eleştirebilirdi.

Kaldı ki iki tarafın da çok masum olduğu söylenemez. Fransa, I. Dünya Savaşı’ndan başlayarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde Müslümanlara yönelik katliamların hesabını şu ana kadar vermiş değil. En son Libya’da Kaddafi’nin yıkılmasıyla ve bu ülkenin parçalanmasıyla sonuçlanan operasyonun faturası orta yerde duruyor. Batı’nın İslam coğrafyasındaki yayılmacı politikalarının günümüzün Haricileri olan radikal İslami terörü hortlattığı kendi içlerinde de sorgulanıyor. 

Aynı şekilde İslam coğrafası da mağlup medeniyet travmasından sıyrılıp Batı’da giderek artan İslamofobinin kaynağının terörden beslendiği gerçeğini kabul etmek istemiyor. Türkiye başta olmak üzere İslam ülkelerinin de cihatçı teröristlere “Canım biz de onaylamıyoruz ama bu kadar da büyütülecek bir şey yok” anlayışından sıyrılıp kuvvetli bir karşı duruş sergilemeyip sadece İslamofobinin oluşmasını eleştirmesi de ikiyüzlü bir tavır. Ayrıca Suriye’de, Libya’da ve başka coğrafyalarda cihatçı terör örgütleriyle iş tutup, maaşa bağlattıktan sonra son günlerde bu terörü kınamasının samimiyeti sorgulanır.

Her iki tavır da samimiyetsiz, bir o kadar da akıl ve sağduyudan yoksun. 

Ne diyelim, akıl akıl gel başıma takıl.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları