Toprak

27 Ocak 2014 Pazartesi

Türkiye, Ergenekon davası olarak bilinen dava ile beraber nerdeyse altı yılı aşkın bir süreyi mahkeme salonlarında geçiriyor. Olayın tarafları ve onların yakınları yaşananların bir parçası olduğundan sürecin bütün ıstıraplarını beraber çekiyorlar. Bir de onlarla beraber yaşayan ve ayağı toprağa basan bir kesim var. Bu aktivistler her duruşmaya katılıyor ve süreci yakından takip ediyorlar.
Bu dava devam ederken arka arkaya birçok yeni davayla tanıştık. Her dava eklendiğinde davaların içeriği ve niteliği de sorgulanmaya başlandı.
Davaların süresi uzadıkça bunların adli birer vaka olduğunu söyleyenlerin sayısı azalırken, siyasi olduğunu söyleyenlerin sayısı da artmaya başladı. Ama değişmeyen tek bir şey vardı; siyasal yalnızlık. Davanın niteliği ve niceliği sorgulanmaya başladığında tartışmak anlaşılabilir bir şeydir. Bu tepkinin bir süre devam etmesi de anlaşılabilir ama bu kadar uzun süre devam etmesi dedikodudan başka bir şey değildir. İnsanın normalde bir konu ile ilgili tepkisi varsa önce tartışır, sonra itiraz eder, daha sonra ise bunu adli bir vaka haline dönüştürür. Ya da bunların hiçbirini yapmaz, içine kapanır. Ama bu tartışmaları rakı sofrasının mezesi ve dedikodumuzun bir malzemesi yapmaya devam etmek, sanırım demokrasi algımızdaki eksiklikle ilgili bir konudur.
İlk günden beri olayla akrabalık ve arkadaşlık iliskisi olmadan ayağını toprağa basarak tepki koyanların önünde saygıyla eğiliyorum. Dile kolay; tam altı buçuk sene... Çocuğunuz olsa şimdiye kadar ilkokula başlamıştı. Ama bunu takip edenler, sanki kendi evlatlarıymış gibi bu davalarla ilgilenmekten vazgeçmediler.
Ayağını o bereketli toprağa değdirmeden hiçbir şey olmuyor. Ekmediğiniz buğdayı biçemeyeceğiniz gibi, yürümeden de hak alamıyorsunuz. Yazarak ancak su verirsiniz toprağa ama ekilmeyen bir şey yoksa bunun da bir önemi yoktur. Eğer bir şeyler değişecekse toprağa ayağını basanlar sayesinde olacaktır. Bu ülke için çıkar gözetmeden adının bile anılmayacağını bile bile yağmur çamur yürüyenler, sopa yiyeceğini bile bile haykırmaktan vazgeçmeyenler, başkasının hakkı için kendi hakkından vazgeçenler, sizler, asıl yazanlarsınız. Siz tarih yazanlarsınız. Tarih yazdığınızı bildiğiniz için de vakur, güçlü ve bir o kadar da onurlusunuz. Ya diğerleri? Davaya bakmak için astronomik para isteyip daha sonra demokrasi nutku atanlar mı ya da siyasal kazanç için bu konuda konuşanlar mı veya oturduğu yerden ona buna akıl verenler mi sizce övgüyü hak ediyor?
Herkesin hafızasında bir demokrasi sayacı vardır. Bu sayaçtan emin olmayanlar başkasına ders vermesinler. Sonra hâlâ sıfır kilometre olarak durdukları ortaya çıkar, rezil olurlar. Çünkü sayaç ancak tekerlek döndüğünde çalışıyor. Başkalarını sahaya sürerek yaptıklarınız demokrasi kahramanlığı olmuyor. Halk arasında “40 fırın ekmek yemek” diye bir tabir vardır. Ben de bu tabiri sahte demokrasi kahramanları için kullanmak istiyorum. Ne sizde bu 40 fırın ekmeği yiyecek sabır ne de size bu 40 fırın ekmeği bedava verecek enayi var. Hadi kardeşim başka kapıya, benden size ekmek yok.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları