İlk Sansür ‘Şahin’

17 Şubat 2014 Pazartesi

İnternete gelecek sansür yasası Cumhurbaşkanlığı’nda onay beklerken ben de sizleri geçmiş sansürlerle ilgili bir tarihi yolculuğa çıkarayım. Dünya siyasi tarihi, iletişimin kesilmesi üzerine sansür inşa etmiştir. Milattan önceki dönemler de kişilerin bir araya gelmelerini yasaklayan birçok düzenleme ile doludur. Kişilerin serbest olarak dolaşımı kısıtlanarak da etkileşimlerden uzak tutulmak istenmiştir. Ortaçağdaki despot derebeyleri, kale içindekilerle dışarıdakilerin iletişimlerini engellemek için kale surlarında “şahin” beslemişlerdir. Şahin ne alaka demeyin, çünkü o dönemde uzun mesafe iletişim aracı olarak güvercin kullanılıyordu. Kale içinden dışarıya bilgi sızmaması için de şahinlerle önlem alıyorlardı. Kişi, kuşun ayağına mesajı yazıp uçması için havaya attığında derebeyi tarafından beslenen şahin de kuşu havada yakalıyordu. Sanırım ortaçağın yapabildiği “internet kesintisi” de ancak böyle oluyordu.
Protestan Reform hareketleri döneminde Martin Luther’in fikirlerinin yayılmasını engellemek için Avrupa’da Katolik kilisesi tarafından matbaalar tahrip ediliyordu. Fikirlerin yayılması ve iletişim kurulması bir şekilde engellenmeye çalışılıyordu. Kitapları bulunduranlar ve fikirleri yayanlar aforoz ediliyordu. O dönemde vatan kavramı pek olgunlaşmadığından, şu anda pek popüler olan “vatan hainliği” ile suçlanmıyorlardı. Her dönem, kendi içinde karşısındakini ötekileştirmek adına uygun bir suçlama biçimi yaratmayı başarabiliyor.
Telefon hatlarının kurulması ve ilk kullanımlar 1892’de başlamış olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu’na bu teknoloji 1908’lerde ancak gelebilmiştir. Yaygın kanı ve dönemin tanıklarının ifadelerinden anladığımız kadarıyla II. Abdülhamit, Osmanlı’da telefon hatlarının kullanılmasını engellemiştir. O yıllarda uzak mesafelerle tek iletişim kaynağı olan telgraf hatları bile kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Hatta telgraf hatlarının son noktası, Yıldız Sarayı’na bağlanmıştır. Merkez dışından gelen bütün mesajlar sarayın kontrolünden geçirilmiştir. Dönemin jurnal atmosferi dikkate alındığında telefon ve telgrafa getirilen kısıtlamalar da anlam kazanmaktadır. Yaklaşık 33 yıl, sarayın bir komploya gitmemesi için kurgulanmıştır. Dönemin “TİB”i bir nevi Yıldız Sarayı’nın kendisi olmuştur.
İnsanlık tarihi fikirlerin yayılmasını engellemek maksadıyla yapılan yüzlerce deneme ile doludur. Ama bu denemelere kalkışanların başardıkları bir metot ise asla bulunamamıştır. İnsanlarda o yürek ve fikirler olmaya devam ettikçe de ne şahinler ne de TİB’ler başarıya ulaşabilecektir. 16. yüzyılda bu baskıları keşfedip yazan William Shakespeare’den bir alıntı yaparak yazıyı sonlandırmak istiyorum. Bu şiir, hâlâ anlamayanlara da inşallah kapak olur temennisiyle… ( çeviri: Can Yücel)
“Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e,
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları