Hukuktan Çıkış

20 Ocak 2014 Pazartesi

Üniversite okuyanların bir kısmı hukuka giriş, anayasa hukuku veya ceza hukuku derslerinden birkaçını okumuştur. Büyük büyük lafların edildiği bu dersleri aldığınızda kendinizi güvende hissedersiniz. Düşünsenize, yalnızca hukuka giriş dersinde okuduklarınız uygulansa her şeyin mükemmel olacağına inanırsınız.
“Bir suçsuzun içeride olması yerine bütün suçluların dışarıda olmasını yeğlerim” sözü ne kadar kocaman bir sözdür. Bu sözü duyduğunda, sanırsın ki suç işlemediğin müddetçe asla başına bir şey gelmeyecek. Buna benzer sözler üzerine kurulmuştur hukuk sistemi. Nice bağlayıcı ifadeler vardır hukuka girişte. Savcıların aleyhte delillerle beraber lehte deliller de toplama zorunluluğu olduğu, kişilere ve kurumlara karşı komplo yapmak amacıyla delil üretilemeyeceği, yasal olmayan yollarla elde edilen delillerin kullanılamayacağı gibi birçok örnekler verilerek anlatılır.
Hukuk fakültelerindeki hocalar, bugünlerde kafası karışmış öğrencilerinin sorularına nasılda cevaplar arıyorlardır. “Hocam bize anlattığınız her şeyin aksini gazetelerde ve televizyonlarda izliyoruz. Ya siz bizi kandırıyorsunuz ya da herkes yalan söylüyor, bize altını çize çize anlattıklarınız hukukun her şeyi ise o zaman bu yaşananlara ne dememiz gerekiyor, şu anda bunları bize anlatmayı bırakıp bugün yaşananlara itiraz etmeniz gerekmiyor mu?” diye sormuyorlar mıdır? Muhtemelen soruyorlardır ama birkaç istisnai durum hariç net bir cevap alabildiklerini düşünmüyorum.
“Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yöneltilmiş bir tehdittir” (Montesquieu) sözü bugünlerde ne kadar anlam kazanıyor. Hukukçuların birer birer itiraz ettikleri hukuk ihlalleri sizce toplumsal tehdit aşamasına geçmemiş midir? Sanırım bunu anlamak için bazı sözleri hatırlamak gerekir. “Adalet yasama organı üyeleri tarafından ve kanunlarla kurulamaz. Adalet insanın ruhunun içerisindedir.” (Walt Whitman) Bugün yaşananları adalet kurumundaki sıkıntılar üzerine atarak sıyrılamayacağımız kesindir. Sorun bu sözde olduğu gibi bizim ruhumuzun içindedir.
Yeniden yargılanmayı tartışıyoruz da bu arada neden tekrar yargılamaya ihtiyaç duyulduğunu tartışmazsak işin içinden asla çıkamayız. Bugün yeniden yargılama aşamasına nasıl gelindiğini bir hatırlayalım. 17 Aralık’ta yaşanan olaylar olmasaydı sizce bu konu bu kadar gündeme gelebilir miydi? Bu tarihe gelininceye dek ortadaki sorun görülemeyecek kadar küçük müydü? 17 Aralık tarihi mi bu olayın vahametini anlamamızı sağladı. Eğer böyle ise gerçekten ruhumuzda bir sorun vardır. O kadar çok çığlık duydum ki, bu çığlıkların bir kısmını bir daha duyma şansına sahip olamayacağız. Çünkü onlar o çığlıklarını duyuramadan soğuk duvarların arkasında can verdiler. Birçoğu da geri dönüşü olmayan sağlık sorunları nedeniyle şimdilerde çığlık atamıyor.
Özel kuvvetlere girmemde bana ilham veren komutanım şu anda Ergenekon davasından Silivri’de bulunuyor. Sınır ötesi operasyonu sırasında saçı sakalı birbirine karışmış hali ile Hürriyet gazetesinin manşetinden hatırlarsınız onu. Kahraman komutan diye tanıtılmıştı Türkiye’ye. Mavi gözleri çakmak çakmak bakarken çekilmişti o fotoğraf karesi. O gözlerden bir tanesini nükseden şeker hastalığı sebebiyle kaybetti, diğerini de kaybetmesine çok az kaldı.
Sizler tekrar yargılamanın nasıl olacağını konuşmaya devam edin. Kaybedilenleri tekrar kazanmak, sağlıklarını ve yitirdiklerini geri vermek, toplumda kaybolan adalet duygularını onarabilmek için de yasa çıkartabilecek misiniz?
İnsanın adil yasalara itaat etme gibi bir yasal sorumluluğunun ötesinde ahlaki sorumluluğu bulunmaktadır. Aynı şekilde, insanın adil olmayan yasalara da karşı gelme ve itaat etmeme gibi bir sorumluluğu da olmalıdır. (Martin Luther King. Jr.) Hukuka girmekten vazgeçtim, gittiğimiz yol hukuktan çıkış gibi gözüküyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları