Günaydın

06 Ocak 2014 Pazartesi

Herkeste bir uyanış, arınma hatta Nirvana’ya ulaşma hali var. Türkiye’de bir sabah bazı şeylerin yanlış gittiğinin farkına varıldı. Ama bu uyanış inanın bir gecede oluverdi. 17 Aralık’ı 18’ ine bağlayan gece bütün devlet erkânı bir anda rüyalarına o ak sakallı dedenin girmesiyle kendilerine göre doğruyu buldular. Bugüne kadar onlara sunulan bütün raporları ve yazılan yazıları, açılan davaları bir anda hatırlayabildiler.
Ergenekon davası sırasında insanların gecenin karanlığında evlerinden alınmalarına, savcının odasından daha mahkemeye çıkmadan ifadelerinin servis edilmesine, davayla ilişkili olmayan dinlemelerin gazetelerde manşetlerden verilmesine şahit olmadık mı? Arkasından diğer davalar ardı arkası kesilmeden devam etmedi, suikast davaları, kozmik odalara girmeler, gömülü silahların bulunması, Askeri Casusluk davaları, Odatv davası ve Devrimci Karargâh gibi davalar bu ülkede yaşanmadı mı? Avukatların, sanıkların ve bilirkişilerin, siyasetçilerin bu davalarda yapılanlar ve uygulananlar karşısında hatta delillerin toplanmasında görülen hatalar ile ilgili çırpınışlarına şahit olmadık mı?
Bu insanların çırpınışları sırasında “Daha siz ne gördünüz ki, bilmediğiniz çok şey var” diye karşı görüşler servis edilmedi mi? Kaçma şüphesi, delilleri gizleme ihtimali olmayan insanların gözaltına alındığını ve tutuklandıklarını görmedik mi? Her biri vakur bir şekilde savcının karşısına çıkmaktan hiç çekinmedi. Onlar oraya gittiklerinde başlarına ne geleceğini bilmiyorlar mıydı? Hatta bu davalarla ve heyetlerle ilgili şikâyetlerine rağmen karşılarına çıkmaktan çekinmediler.
Çekindikleri tek bir konu vardı. Adalete direnen bir TSK görüntüsü vermek istemiyorlardı. Aslanlar gibi mahkemenin sonra da cezaevinin soğuk taşlarında yürüdüler. Bir kısmı o yollardan geri dönme fırsatına kavuştu. Ama bir kısmı o soğuk taşların üzerinde son nefeslerini verdiler. Aileleriyle linç kampanyasına maruz kalan bazı denizci subaylar onur intiharına” doğru sürüklenmedi mi? Ağır kanser hastası olan çok yaşlı insanlar evlerinden alınıp gözaltına alınmaya çalışılmadı mı? İnanın sayfalarca yazabileceğim o kadar çok fotoğraf karesi var ki gözümün önünde ama neyse ben konuda kalayım.
İçeri alınan kişilerin ailesi, çevresi, iş hayatı ve onurları hatta şerefleri sizce nasıl etkilendi? İş görüşmelerinde babasının mesleğini söylediğinde alaycı bir ifade ile “Ergenekoncu” olmakla suçlanmadılar mı? Bayramlarda asker birine mesaj göndermekten korkan insanlar olmadı mı? TSK’nin kritik yerlerinde bulunan kişiler mesleğe küserek genç yaşta istifa etmediler mi?
Peki, bu arkadaşlar bunlar yaşanırken sizden ne istediler? Yalnızca adil olunmasını, kendi lehlerinde delillerin toplanmasını ve tutuksuz yargılanmayı istediler. Komplo olduğunu onlar bilmiyorlar mıydı? Ama onlar başlarını öne eğmediler ve meçhule yürüdüler. Onların şimdi yazarların, aydınların veya siyasetçilerin diledikleri özürlere hiç ihtiyaçları yok. Siz onları “terör örgütü mensubu” olmakla suçlayarak cezaevlerine koydunuz. Çocuklarını o kapılarda soyup aradınız. Sevdiklerini toprağa gömmesine müsaade etmediniz. Şimdi özür dileseniz neyi telafi edeceksiniz? Onların döktükleri gözyaşlarını, yaşadıkları o hazin kareleri, maddi ve manevi olarak kaybettiklerini, cezaevinde yaşamını yitiren insanların evlatlarından özür dileyerek neyi telafi edeceksiniz?
“Günaydın” diyorum herkese, ama inanın gerçek anlamda bir gün aydınlığı olmayacak bu. Çünkü bunun benzerini yaşadığınız anda hata yaptığınızı anlamanız karanlığı aydınlığa çeviremeyecek. Demokrasi samimiyet üzerine inşa edilir. Bugün farkına vardığınız kendi başınıza gelenler. O yüzden sırf empati kurmak için özür dilemeyin. Çünkü inanın hiçbir inandırıcılığı kalmadı. İşin kötüsü de insanlar demokrasi adına bile olsa artık o özürleri kabul etmek istemiyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları