Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Ekonomi yönetilemiyor
Son bir haftada yaşananlar, ekonominin yönetilemediğini teyit etmiştir. AKP iktidarı, ekonomi konusunda bilimin önerdiklerini uygulamayı reddediyor. Ekonomi biliminin faiz-enflasyon, büyüme-bölüşüm ilişkileri ile ilgili önerilerini dikkate almayıp ekonomik kurtuluş savaşı ilan ettiğini söylüyor.
Merkez Bankası Kanunu’nun dördüncü maddesi, “...Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır” diyor. Bu gereğini yerine getirmek Merkez Bankası’nın temel görevidir. Bu gereği yerine getirmiyor olması hem kendi kanununa aykırı hareket ettiği hem de siyasi otoriteye karşı bağımsızlığını kaybettiği anlamına gelir.
Merkez bankaları, fiyat istikrarını sağlamak için ya faizi ya da kurları tutmayı hedefleyebilirler. Bunun ikisini birden tutmaya çalışmak, sermaye hareketlerinin serbest olduğu ekonomilerde mümkün değildir. 128 milyar doların hovardaca kullanıldığı dönemde, en azından Merkez Bankası’nın hem kuru hem de faizi tutma hatasına düştüğü anlaşılıyor. O dönemde yapılan yanlış nedeniyle tüketilen (eksiye düşen) döviz rezervlerinin bugün yaşadıklarımıza da ağır etkisi olduğu görülüyor.
Elde net rezerv kalmayınca Merkez Bankası’nın, “Ben artık kurları hedeflemiyorum” demesi aslında çaresizliğindendir. Elinde kalan tek enstrümanı ise yine yanlış kullanıyor. 23 Eylül’de başlatmış olduğu talimatlı faiz indirimleri neticesinde Türk Lirası yüzde 40’ın üzerinde değer kaybetti. İktidar, paramızın değer kaybetmesinin rekabet avantajı yaratacağını ve ihracatımızı artıracağını söylüyor.
SAĞLANAN REKABET AVANTAJI KALICI DEĞİL
Oysa bu durum kısa vadede rekabet avantajı yaratsa bile, uzun vadede bu avantaj kaybolur. Çünkü bu modelde, enflasyon kontrol altına alınamaz ve tam tersine fiyatlar hızla artar. Bunu hep birlikte gözlemliyoruz. İhracatımızın önemli oranda ithal girdi içermesi ve yerli girdilerdeki fiyat artışları nedeniyle yüksek maliyetler oluşmaya başladı. Enflasyonun ve devalüasyonun getirdiği belirsizlikler, kurumsal kapasitesini kaybetmiş siyasi bir otoriterlikle birleştiğinde, rekabet avantajını yok eder, yatırım kararlarını almak zorlaşır.
VATANDAŞ KURA, FAİZE, ENFLASYONA VE VERGİYE EZDİRİLECEK
Diğer yandan, siz ne kadar istemeseniz de yüksek enflasyon ileride mutlaka faizlerin de yükselmesine yol açar. Kurdaki yükselişle birlikte, kamu maliyesinin borç yükü artar ve vergileri artırmak zorunda kalırsınız. Peki, bu şartlarda vatandaşı nasıl kura, faize, enflasyona ve vergiye ezdirmemiş olacaksınız?
Bu süreç Hazine’nin iç borç piyasasına daha fazla girmesine ve dolayısıyla bir kez daha faizlerin yükselmesine yol açar. İktidar, faizleri düşürmek istiyorsa eğer, sermaye piyasalarını tamamen kamu tarafından işgal etmeyi bırakacak politikalar izlemelidir. Bugün sermaye piyasası ağırlıklı olarak kamu tarafından kullanılmaktadır. 2021 yılında (eylül itibarıyla) menkul kıymet stoklarının yüzde 82’sinin kamu tarafından kullanıldığını tespit ediyoruz.
Özel sektörün borçlanma araçlarını kullanma imkânı neredeyse kalmamış. Kamunun borçlanma ihtiyacı azaltılabilse faizleri düşürmek için bir alan açılabilir. Bu koşullarda talimatla piyasa faizlerinin düşmesini ummak bir yanılgıdır. Yaklaşık 160 milyar dolar, döviz bazlı kredi alacağı bulunan bankacılık kesimi, bu alacağını tahsil edememe riski taşıyor. Kur, bu seviyelerde kalırsa ya da daha fazla yükselirse şirketlerin kredi borçlarını geri ödemeleri zor olacaktır.
Ekonomik mantığı olmayan bir şekilde, sadece tek bir parametre (faiz) üzerinden ekonomiyi yönetebileceğini öngörmek bizi yanlış sonuçlara götürüyor. Bir parametre kontrol edildiğinde diğer parametrelerin vereceği sonuçlar dikkate alınmıyor. Faiz düşürüldüğünde kurlar yükseliyor, geçişkenliğe ve dolarizasyona bağlı olarak enflasyon yükseliyor, gelir dağılımı bozuluyor, Türkiye’nin varlık değerleri düşüyor ve ülke fakirleşiyor. Literatüre Türk iktisatçılar tarafından kazandırılmış olan “fakirleştiren büyüme”yi yaşıyoruz.
İhracatı artırmak için paramızın değerinin düşmesini destekliyoruz, deniyor. İşgücü dışında neyi ucuzlatabileceksiniz? Başta enerji olmak üzere tüm önemli üretim girdileri ithal ediliyor. Mecburen üretim maliyetleriniz artıyor. Ülkeye ciddi bir katma değer kalmıyor. Sadece, içeride tüketmeyip dışarıya satmak gibi, enflasyonist ve fakirleştiren bir süreci yaşıyoruz.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Bahçeli ile görüşmesini anlattı
- Soylu'dan 'Özür dileriz' çıkışı
- İşte Enes Güran'ın kolundaki ısırık izinin fotoğrafı
- 'Bundan 25 gün önce de...'
- AKP'li başkandan 'torpil' savunması
- İşte AKP'li belediyelerin 'etkinlik' harcamaları!
- Biberonla tiner içirilen bebek öldü
- AKP ve CHP döneminin harcama raporu!
- MEB’ten skandal karar: Müdüre üstün başarı ödülü!
- 'İsrail'e petrol sevkıyatı' gerilimi!