Hikmet Çetinkaya

Sevgi...

24 Haziran 2018 Pazar

Beni ellerimden tut, beni sev, beni tüm hüzünlerimden kopar...
Issız öpüşlerinle oyala beni, saçlarımı okşa, o sonsuz göğün altında beni kucakla...
Çocukluğumu getir bana, topaçlarımı, bilyelerimi, rengârenk uçurtmalarımı... Kırk derece ateşle yatarken başucumda sabahladığın gecelerdeki gibi bana ninni söyle... Yum gözlerini ve bana bir masal anlat...
Güneşin donuk sarı gölgelerinde acılı gözlerle bakma bana... Derinden bir acıyla seslenme, sevgini yine eskisi gibi saklama n’olur!..
Hani akşam yıldızının kıskanç gülümseyişi vardı ya o mavi yaz akşamlarında, hep öyle yaklaş yanıma...
Benim sakladığım düşleri, ay karanlığın içinden çıkarken salıver özgürlüğün bembeyaz köpüklerine...
Umudun acıyla buluştuğu, genç ölülerin her gün toprağa verildiği benim ülkemin anneleri, hepinizi kucaklıyorum?..
Annem benim, annelerim!..
Kiminiz sınır boyunda yitirdiniz çocuklarınızı, kiminiz dağda. Kiminiz nöbette, kiminiz yargısız infazda. Kiminiz demir parmaklıklar arkasında açlık grevinde, kiminiz hain ve kalleşçe kurulan bir pusuda yitirdiniz çocuklarınızı...
Türk’ü, Kürt’ü, Çerkezi, Lazı, Alevisi, Sünnisi tüm anneler, acınızı yüreğinizde taşıyorsunuz, biliyorum... Ben her sabah acılı gözlerle karşılaşıyorum sokaklarda...
Ben karabulutlar yerine kırmızı gülleri seviyorum...
Hüznün grilerini bir kenara koyup o acılı yüzleri sevinçlerle örtmek istiyorum...
Yürekleri güneşlerin ısıttığı engin sularda çoğaltıyor, annemi, anneleri ışıktan daha parlak seslerle uyandırıyorum...
Benim gözlerim çok uzaklarda bir şeyler arıyor...
Bir annenin hıçkırığında Manisa’da çocuk parkında oluyor, Buca Cezaevi’nin avlusunda volta atıyorum... Mevsimler beni yanıltıyor ve ben mevsimleri yanıltıyorum...
Ben işte o saatlerde, benden uzakta yaşayan anneme sesleniyorum:
“Çocukluğumu getir bana!..”

***

Tohum nasıl sabırla boy verirse toprakta; dal ucunda patlarsa karanfil, işte öyle gel; ey kızıl kor güneş, öylesine gel ısıt dünyamızı...
Bana ellerini uzat, beyazlaşmış saçlarını uçuştur rüzgârda...
Bir Akdeniz sabahında uyan, bak bakalım 1974’ten bugüne kaç mevsim geçmiş!
Yanık tenli Ali İhsan Yalçın’ı düşün, Mustafa Yalçın’la selamlaş, Metin Demirtaş’la konuş, Ataol Behramoğlu’yla buluş...
Bir annenin çabasını Günay Yalçın’dan dinle...
Çocukları Deniz ve Ulaş’a bak, bir 68’linin sevdasını tanı...
Annem benim, annelerim!
Çağdaşlığın unutulmaz güçleri, laik cumhuriyetin geçit vermez bekçileri!..
Biliyorum, Halide Edip’in özgürlüğün ateşini yaktığı Sultanahmet Meydanı’nı kuşatan “anne kılıklı soytarılar”a kanmıyor, onların alçaklığından nefret ediyorsunuz...
Haklısınız!
Ben sevdanın şiirini, Ali İhsan Yalçın’ın dizelerinde buluyorum; dönekliğin, üçkâğıdın resmini o sahtekârların suratına fırlatıyorum...
Ülkemin karayobaz çetelerince kuşatıldığını görüp, anne kılıklı bu soytarıları gördükçe çılgına dönüyorum...
İşte o yüzden ben, o hainlere Ali İhsan gibi haykırıyorum:
“Yastayım
Kenanellerinden uzaktayım
Hani benim güzel yurdum
Nerde benim beyaz evim
Meyve yüklü bahçelerim
Hani benim çocuklarım
Göçebeyim ordan ora

Benim ülkem kan gölleri
Benim ülkem kan gülleri
Ben anayım duyun beni”

***

Çocukların ve yaşlıların bilmediği bir gecede acılı gözler gördüm ben...
Anneleri yorgun düşlerden alıp bir bilinmeyen evrene taşımak istedim. Orada özgürlüğün, sevginin sesini dinletmek istedim.
Yirmisinde çocukların boynuna ilmik geçirilmiyordu oralarda. Oralarda anneler ağlamıyordu. Çünkü oralarda savaş yoktu... Çocuklarımızı kurşunlar alıp götürmüyordu...
Bir rüzgâr esti, mavi bir güneşin ısıttığı iklimlere götürdü beni unutulmuş ve yitik sevdalarım...
Aydınlığa açılan kapılara doğru koştum, annemle ve annelerle kucaklaştım!..
Bizler gökyüzündeki umudun kilidini bir gün mutlaka açacaktık...
Bir gün mutlaka!..
(11.5.1997)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları