Hikmet Çetinkaya

Sevda... (27.08.2017)

27 Ağustos 2017 Pazar

Renklerle parlayan bir gecede gökyüzündeki yıldızlar sevişiyor gibiydi...
Ege’de bir İyonya kadını belki Çeşme İskelesi’nden Sakız’a bakıyor; belki de Kuşadası’nda denizlerin altındaki yaşamı keşfetmeye hazırlanıyordu...
Kadın, yalnızlığın tam orta yerinde dururken “sen ve ben” diyerek; masmavi denizlerin dibinde sevdayı arıyordu...
O saatlerde zırhlı bir yürek, vakitsiz öten horozun sesini dinliyordu...
Nedir tarif edilmez bir mavi?
Kadın, bir şairden esinlenerek kendini anlatıyor; yaşamın tekdüzeliğine kafa tutuyordu...
Yüzünde yorgun sürgünlerin izleri vardı...
Bir yasemin kokusu yürüdü dudaklarından kirpiklerine doğru. Bir şimşek çaktı gecenin içinde. Yüreğinde bir acı büyüdü, başka iklimleri çağrıştıran...
İlkyazdı ve yağmur yağıyordu...
Yaşamın derinliğinde yitirdiklerini düşündü. Ürkek bir şafağın uluorta seslenişini yaşadı. Gölgesinde kümelenen sevdaların izdüşümünü gördü... Zakkum çiçekleri gelen günü selamladı...
Kırlangıçlar evlerin çatısına kondu...
Bir çocuk ağladı...
Aynalı gülüşler bir gelinciğin yakarışı gibiydi...
Oktay Rifat’ı dinledi; Cahit Külebi’yle Niksar’da oturduğu kahveyi; Ahmed Arif’le İzmir Tenis Kulübü’nde mevsimlere başkaldırışını anımsadı...
Bir kuş ötüyordu bir yerde...
Mırıldanmaya başladı:
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O malta bıçağı, kınsız, uyanık, Ve genç bir mısradır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...

***

Bir yaşam bizi sürükleyip gidiyordu...
Eski yazılarına baktı...
Gecenin izini yakalamaya çalıştı...
Bir not düştü ardından, soluk resimlere bakarak: Zamanın saatleri durmuş, ellerimiz rüzgârla unutulmuş bir anıyı anımsatıyor ara sıra... Bir mor menekşe sararan gecenin içinde açmış gülümsüyor bize...
Sokaklar yorgun, sokaklar eski şarkılarla avunuyor...
Geçen günler bir mevsimin sevda şiirleriyle, ırmakların içinde karlı öpüşleri getiriyor...
Ey eflatun aşk, bana eflatun yağmurlar yağdırabilir misin?
Bilir misin her sevda bir ayrılık yaşar zamanla, her sevda hiç farkında olmadan solar...
Behçet Aysan’ın dizelerinden kopup gelen bir coşkuyum, git dersen gider, kal dersen kalırım. Kimi zaman gülümser, kimi zaman ağlarım...
Usulca fısıldarım kulaklarına:
Sessiz akan bir ırmağım geceden...”
Boynunu büker öyle kalırsın, saçlarını rüzgâra verirsin...
Yemyeşil gözlerinde iki damla gözyaşı, kapkara gözlerinde sessizliğin fırtınası belirir...
Eğer git dersen kuşlarla, bilesin ki dönmez güz kuşları. Senin yaşadığın o iyi günler aynı gökyüzü aynı kederle birleşir.
Gel dersen kalırım, seninle iyi günleri paylaşır, kötü günleri kovalarım...
İster misin gidip yağmurlara durayım, gidip başka kederler arayayım?
İnanır mısın tüm işkenceler, zindanlar vız geliyor bana...
Korkmuyorum!..
Çocukları “eli silahlı çete” gören bir toplum, faili meçhullere alkış tutan çoğunluk, benim elimden alamaz zamanın durmuş saatlerinde açan mor menekşelerimi...
Vermem bitip tükenmeyen sevdalarımı!..

***

Hızla yitip giden yıllar...
Bak sarı cılız ışıklar evlerin pencerelerine vuruyor...
Renklerle parlayan gecede bir İyonya kadını uykuya dalıyor...
Ve Turgay Fişekçi’nin dizeleri sokaklarda dolaşıyor:

Yağmurlu günlerde seviş benimle
Kuşlar çinko damı gagalarken
Tenimin kokusunu değiştiren yağmurlarda

Sıcak öğlesonralarında seviş benimle
Buhurlar tüterken tenimde
Yanan toprağın buğusu soluğumken

Bahar günleri dereboylarında seviş benimle
Kestane saçlarında kelebekler asılıyken
Yaz geceleri kurumuş dere yataklarında
Sıcak kumlar yatağımız, söğütler çatımız, duvarımızken

Ne olursa olsun seviş benimle
Dinlenmişliğin gücü kaslarında
İçinde ne varsa dökmenin hazzıyla saran
Sonra ilk kez görür gibi algılaman için
Her sabah öylece bırakayım seni dünyaya  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları