Hikmet Çetinkaya

Sesimi duyuyor musun?..

20 Mart 2018 Salı

Paul Eluard’ın senin için yazdığı o şiiri okudum dün gece yağmurlu bir Paris akşamında...
Diz çökmüş gözkapaklarımın üzerinde uykuyu haram ettin bana!..
Buğulu gözlerinde kalabalığın apaydınlık sokağında el eleydik...
Ben yirmisinde, sen on altısındaydın...
Yağmur delice yağıyordu ve kent kendi yalnızlığı içindeydi.
Dün akşam yıllar önceye gittim... Serin ağaçlar altında dolaştım. Paul Eluard’ı okuyup Füruğ Ferruhzad’la sohbet ettim.
El eleyken ikimiz kapılar tutulmuştu, gece üşüyordu.
Akasya kokusundan sarhoş sokaklar ikimizin sevincini yaşardı eskiden...
Geçti o güzel günler, geçti!..
O sağlam, dopdolu yaşanan günler. O ışıl ışıl gökyüzü, o kiraz yüklü dallar. Yeşil sarmaşıklarla sarılmış, omuz omuza vermiş o evler. Mahalledeki o afacan çocuklar...
O günler geçti Neydi o günler?
Kirpiklerimin arasından hava kabarcıkları gibi coşardı şarkılarım ve bakışlarım...
Takıldığım her şeyi taze bir süt gibi içerdi...
Bak yine yağmur yağıyor ve ben yine üşüyorum...
Sadece ben değil gece de üşüyor...
Ben Paul Eluard okuyorum, senin gözlerinde sevdamı yakalamaya çalışıyorum...

Dinle:
“Bir ateş yaktım gök mavisi beni bıraktığında,
Bir ateş dostu olmak için,
Bir ateş soksun beni kış gecesine,
Bir ateş, daha iyi yaşamak için”

***

Buğulu gözlerinde kalabalığın apaydınlık sokağında değiliz artık..
Hep başka kıyılara sürüklenen biz, Alphonse
de Lamartine’nin belki de hışmına uğramıştık. Zaman adlı denizde bir gün Lorca’nın ışıltılı huzurunu içimize sindirememiştik.
İşte bu baş döndürücü değişim Li Po’nun bulutlar ötesindeki mavi bir gökte buluştu hiç ummadığımız bir zamanda.
Şimdi yine dinle beni:
“Ey yüreğim
Okulda bir zamanlar
alfabeyle boyanmış
yürek söyle
Kara gece mi
var sende?”
Sen böyle şiirleri oldum olası sevmedin...
Ben severim...
Belki anlamsız bir adamım, belki de çok yabanım...
Onun için haykırırım alaca bir şafakta, kapına
dayanırım hiç beklemediğin bir saatte...
Ey canımın köşesi, ey ölüp de yaşayan, boş beklemek senden birkaç satır; önümden çiçekler geçerken daldığım olur, ben benden geçerim yitirirsem seni bir an...
Akasya kokusundan sarhoş sokaklarda sana dokunmak istiyorum ama sen kaçıyorsun...
Öyle olunca da ben abuk sabuk konuşuyor ve yazıyorum...
Üstelik senin çok sevdiğin şiiri bu kez senin için okuyorum...
“Derin gözlerini kapa. Gece kanatlanır gözlerinde/ Ürkek bir yontuyu andıran bedenini soy/
Gecenin kanat çırptığı derin gözlerin var. / Körpe kolların çiçek, kucağın gül. /
Akçıl salyangozları andırır göğüslerin. / Karnına konmuş uyur bir gece kelebeği /
Ah suskun kadın!”

***

Dün akşam yıllar önceye gittim, serin ağaçlar altında dolaşırken seni düşündüm...
Diz çökmüş gözkapaklarımın üzerinde uykuyu haram ettin bana!..
Ah, güller arasındaki kız, güvercinlerin baskısı. Ah, Pablo Neruda tutkunu şımarık çocuk, zaman içindeki su...
Her an ölüm, ne çok bitmemiş ölüm törenleri!.
İkide bir “Neruda oku” deme bana, ikide bir yabanlığımı vurma yüzüme...
Güçsüz tutkularımda ve sessiz öpüşlerimde sen varsın.
Sen gecemsin, sen gündüzüm, sen sevdamsın!
Ben yirmisinde, sen on altısındaydın!
O günler geçti!
Artık kirpiklerimin arasında hava kabarcıkları gibi coşmuyor şarkılarım ve bakışlarım...
Susamış tuzla dolu bir şişedir benim, senin ve Neruda’nın gönlü...
Kara biniciler, öpüşler, karanfiller...
Sen benim sesimi duyabiliyor musun?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları