Hikmet Çetinkaya

Öfkenin kurbanı...

11 Kasım 2015 Çarşamba

Televizyon ekranlarında hızla dönen altyazılar, bir anne bebeğini arıyor çığlık çığlığa. Bir baba çocuğunun cansız bedenini taşıyor kucağında...
Lastik botlar o kadar çok mülteciyi almıyor, batıyor...
Ölüm!
Gözyaşı!
Çaresizlik!
Gün ışığı insanların gözbebeğini delip geçerken çağlar boyu süren insanlık dramı akıp gidiyor televizyon ekranlarından...
Mutluluğun temelini oluşturan paylaşım kavramı yok oluyor, güzellikler kayboluyor, insanlık ölüyor.
Kimi ülkede baskı düzenleri, kimi ülkede iç, dış savaş, açlık sürerken Suudi Kralı Antalya’da bin kişilik oda ayırtıyor.
Küçülen bir dünyada yaşıyoruz...
Yanı başımızda yaşanan ölümler, gözyaşı, akan kan, lastik botlar, Ege’nin sularında boğularak ölen bebeler, gençler, kadınlar, yaşlılar.
Yaşanan bir anı, güz yağmurlarını yazmak istiyorum; akıp giden yılları, yaşamın o derin sularını...
Duyarlılığı, mutluluğu!
Karamsar olmamayı, dik durmayı...
Yağmur yağıp ardından bulutlar dağılınca ortaya çıkan o masmavi göğü, insanları kucaklamayı...
Bunları yapmak istiyorum...
Gülen gözlere bakmayı ne çok özlemişim bilseniz...
Duyarlılık çizgisinden kopmadan, tarihten ders çıkararak, yaşam atlasının altında uyumayı...
Paylaşım kavramının çağımızda toplumsal mutluluk olduğunu herkesin, hangi ırktan, inançtan, dinden, dilden olursa olsun anlamasını...
Bunları evet bunları çok özlemişim çok!

***

Televizyonlarda hızla geçiyor acı haberler...
Ege kıyıları...
Kasabalar, köyler...
Dağların yamaçlarında zeytin ağaçları, hasat sonu şenlikleri...
Kumsalda dört lastik bot...
Uzun bir insan kuyruğu...
Yunan adalarına gidecekler, orada umudu yakalayıp Avrupa ülkelerine ulaşacaklar...
Umudun ekmek olduğunu unutan insanlar, komşu ülkedeki iç savaş nedeniyle evlerini barklarını terk edip önce Türkiye’ye sığınmışlar.
Parası olanlar ya da Türkiye’de çalışarak para biriktirenler kişi başına 2 bin dolar vererek umuda yolculuğa çıkmaya hazır bekliyorlar.
Umut dalgalarında kulaç atmak, atamazsan bindiğin botla birlikte batmak.
Ölüme hazır hepsi!
Umutsuzluk dalgalarında boğulmayı göze alan bu mültecilerin her birisinin bir hikâyesi vardır elbet.
Hayata bakışı!
Onların hiçbirisi Antalya’da bin yataklı odalar ayırtacak kadar bir Suudi Kralı’nın avanesi değildir.
Çetin bir savaş bekliyor hepsini...
Bot batmayıp komşunun adasına ayak bassalar da lastik bot batıp karanlığın içinde umuda doğru kulaç atsalar da...
Çünkü kimisi kurtulacak, kimisi boğulacak denizin ortasında...
İnsanoğlu çağlar geçse bile bilincin, bilinçsizliğin küreğini çekmiştir...
Savaşlar görmüştür, zulümler...
Televizyonlarda altyazılar...
Bir dağda terör örgütünün sığınakları, bombalar, şehitler, ölümler... Kıyı kasabalarından açılan lastik botlar... Derin vadilerde ölümler...
Ufukların günden güne ağardığı o kayıp zamanlar!

***

İnsan hep çırpındı, insan güneşin doğuşunu ve batışını görmek için direndi...
Yitirdiği zamanı yakalamak için, ekmek için, özgürlük ve barış için...
Dünya bir hücreydi çünkü!
O hücrede doğdu gecenin karanlığında denizde boğularak ölen bebekler.
Onlar vicdanın sesiydi!
Düşünceydi!
Tarih, insanın bilinçlenip başını yükseltmesinin öyküsünü anlatan kutsal bir kitaptır...
Biz toplum olarak o tarihi kavrayabildik mi? Biz karanlığın kapısını ardına kadar açıp şafağın sökmesini hiç bekledik mi? Biz hiç sevdik mi, severken kucaklaştık mı? Biz umuda doğru kulaç atmayı hiç düşündük mü? Biz tarihimizi hiç okuduk mu, okusak bile anlayıp özümleyebildik mi? Öfkenin kurbanı olmadan kardeşçe yaşayabildik mi?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları