Hikmet Çetinkaya

Kör Karanlık Gecede...

05 Nisan 2015 Pazar

Ansızın karşıma çıkmıştır kareli defterimin solmaya yüz tutmuş sayfalarından...
Ansızın gülümsemişti bana, geçmiş bir zamanın yıldızlı akşamlarında...
Sen o gece ağlıyordun derin ve sessiz bir akşamın hüzünlü saatlerinde...
Kırık yıldızların altında kırık acıları toplamaya alışmıştık...
Thiago de Mello’nun gözlerinin içine bakarken gözyaşlarımızı tutamıyor, çığlığımızı kimseye duyuramıyorduk:
“Bu yasaya göre yasaklanmıştır özgürlük sözcüğünü kullanmak, ağzının aldatıcı pisliğinden ve sözcüklerden kaldırılacaktır.
Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte diri ve saydam bir şey olacaktır özgürlük...
Ateş gibi, ırmak gibi, bir buğday tanesi gibi ve insan yüreğine yerleşecektir.”
Seni seyrediyordum her zaman!
Seni düşlerinle baş başa bırakıyorum...
Bembeyaz masallarda, şafak söküp gün ağardığında...
Evrenin gökkuşağı renklerine, yitik canların gömüldüğü toprağın altına...
Can Yücel’in yattığı Datça Mezarlığı’nda, talan edilecek olan Göcek koylarında, Gökova Körfezi’nde ben seni arıyordum.
Can Yücel’in o uzun uzun sularını, trenlerini arıyordum... Kulaç attıkça maviyi yakalıyor, gözlerimi kapatınca seni görüyordum...

***

Bir gece önce Kanlıca’dan Moda’ya dönerken düşünüyordum kendi kendime...
Bir hafta önce bugün İzmir’de Can Yücel Sokağı’nda Elçin ve Cenap Türksavaş’ın Miko’sunda kahvemi yudumlarken kent sırılsıklam ıslanıyordu...
O zalimlerin kırdığı Can Baba’nın büstü onarılmış, yeniden yerine konulmuştu.
Yıllar önce, o sokakta yapılan sohbetler, eski dostlar geçti aklımdan...
Eski günlerden kalmış bir aşk masalı, filizlenen çocuksu bir sevda Can Baba’nın gözlerini delip geçiyordu...
Sahi düşlerde mi anımsanır aşk, yüreklerde mi büyür hüzün?
Elimde “Bir Şehirde Yaşamak” kitabı, Miko’nun 17. kuruluş yılı anısına...
Bir kentin mutluluğunu yaşamak güzel bir şeydir...
Kent kültürünü özümsemek, zamanın saatini insan sıcaklığına göre ayarlamak...
Leyla Onomay gibi “Kalbi Olan Her Şehir Gibi” diyebilmek:
“Bedelini ödemiştir güzelliğinin / kalbi olan her şehir gibi... allahına kadar sevmiş / allahına kadar terk edilmiştir / üç karanfille unutup bir dal menekşeyi / sessizce bekler / saçlarını taramak için pişmanlıkların / ojesi, ruju, ruhu kırmızı / kalbi mavi her şehir gibi...”

***

Serin bir İstanbul akşamında anılar denizine attım ağımı Bostancı sahilinde...
Can Yücel’in “sevgi duvarı”nda Datça akşamlarını özlediğimi anımsadım...
Genç bedenlerin gömüldüğü Kimsesizler Mezarlığı’nda gördüğüm gözü yaşlı anaları, babaları, kardeşleri düşündüm...
Kör terörü!
Acımasızlığı!
Koskoca bir ülkenin en korunaklı “Adliye Sarayı” dediği o beton yığınının ne denli korumasız olduğunu...
Böyle sarayın, sarayların!
Saray yaptırmakla övünenlerin!
Çalıp çırpanların, doymak bilmeyenlerin, istifçilerin...
Gökyüzünün gölgesinden biber gazıyla, copla, TOMA’larla çocukların üzerine saldıranların...
Berkin’i, Ali İsmail’i, Ethem’i, Ahmet’i öldürenlerin hesabını sormayan, terör saldırısında şehit düşen cumhuriyet savcısı Mehmet Selim Kiraz üzerinden siyasi rant peşine düşen siyasal iktidar.

***

15-16 yaşındaki çocuklara Cumhurbaşkanı’na hakaret ettikleri gerekçesiyle dava açılırken devletin istihbarat birimleri derin bir uykuda...
İstihbarat birimleri nerede?
Bir devlet düşün Can Baba, savcısını, yargıcını koruyamıyor ama 15-16 yaşlarındaki çocukları yakalayıp yargılıyor...
Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa Can Baba... Kör karanlıkta mı açardık paslı gözlerimizi, haydi Datça’dan haykır...
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür olsun!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları