Barış dili kullanıp aslında savaş isteyen, mezhep çatışmalarını körükleyen liderler vardır...
Savaş çığlıkları ülkeyi titretirken akan kanı durdurmak için yola çıktıklarını söyleyen çok siyasetçi gördük 30 yıl içinde.
Irkçılık, kafatasçılık yapan, köktendincileri sınır boylarında, ülke topraklarında besleyen, silahlı eğitim veren!
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var!
Hükümet-Öcalan eksenli görüşmeler kamuoyundan gizlenirken yanı başımızdaki komşu topraklarda mezhep savaşları başladı...
Peki, her şeyi tüm çıplaklığıyla gören toplum ne düşünüyor?
Savaş mı istiyor barış mı?
Gizli pazarlıkların olduğunu biliyoruz!
Ergenekon, Balyoz sanıklarının, yeniden yargılanmak üzere özgür kalmaları elbet güzel, elbet sevindirici...
Peki, ya RTE’nin şu sözleri:
“Biz 2010’da anayasa halkoylaması yapmasaydık o sanıklar şimdi içeride olacaktı!”
RTE bir teşekkür bekliyor!
Böyle bir şey demokrasisi gelişmiş hangi ülkede olur?..
Evrensel hukuk, adalette eşitlik, dürüst yargılama...
Bunun rüşveti olmaz!
Çünkü o insanlar çalmadılar, çırpmadılar, darbe falan yapmadılar...
Dürüst yargılama istediler!

***

Bir yandan barış, öte yandan savaş...
Siyasal çıkar hesapları, Kürt oyları, Ekmel Bey’in çatı adaylığı, Başbakan’ın tedirginliği...
Hele hele şu sözleri:
“Milletimiz kararını sandıkta verecek!”
Toplumun demokrasi ve özgürlük bilinci, demokratik anayasal-yasal hakları, Gezi Direnişi’ne katılan gençlere istenen 93 yıl hapis.
Sen çok yaşa hukuk devleti!
Uğur’ları öldürenler, suikastlar, kıyımlar...
Biliyorsunuz Uğur Kaymaz 12 yaşında 12 mermiyle öldürülmüştü evinin önünde, kamyon şoförü babasıyla birlikte...
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi... O acı, o yangın...
Uludere, Soma...
Yüreğiniz kömür karası sizin!
Bir başka Uğur İstanbul’da cemevinin bahçesinde kanlar içinde yatarken...
Siz Ethem, Ali İsmail öldürülürken ne yaptınız?
Cinayetlerin simgesi olan o yüzleri görüyorum hayatın sayfalarında.
Kanlı bir tarihi okuyorum 40 yıldır...
Öncesi de var! Kızıltepe’de bedeninde 12 kurşunla delik deşik edilen Uğur’u görüyorum beyaz bulutların arkasında...
Zindanlarda ölen, yaşadığı acıya katlanamayıp intihar eden o askerleri!
Afyon’daki cephanelik faciasında parçalanarak ölen Mehmet’leri...
Balyoz ve Ergenekon gözaltılarını, adil-dürüst yargılama yaptıkları söylenen yargıçları, polisle birlikte iddianame hazırlayan “efsane savcıları” yakından tanıyoruz.
Doğru, bir teşekkür etmeliydi Ergenekon ve Balyoz sanıkları...
Bunların hepsi, o kumpas kuranlarla, paralel yapıyla ortaklaşa yapılıyordu...
Darbeci olmadıkları bilinen darbeciler teşekkür etmeliydi Erdoğan’a...
Paralelcilerle kol kola yürüdüğü günleri çoktan unutmuştu...
Neyse!
Gazeteci Ahmet Şık’ın 2011’de basılmamış “İmamın Ordusu” kitabına “bomba” diyenler bugün, “Kitap yazdı diye değil, hazırlığını yaptı diye insanlar mahkûm edildi” diyebilir!
Suçu toptan Gülen Cemaati’ne atabilir!
Yahu polisleri, savcıları niye koruyup kolladın o zaman!
Bilmiyor muydun?
Bu arada bakanlar, Pensilvanya’da Hocaefendi’ye sorar:
“Bizden bir isteğiniz, ileteceğimiz bir mesajınız var mı?”
Gerisini arşivlerde okuyun...

***

Bugün barış dili kullananların, demokrasiyi ve özgürlükleri nasıl elimizden aldığını görün...
Pensilvanya’ya gitmek için aracı atayan, yalvarıp yakaran, Hocaefendi’ye günlerce gazetelerinde tam sayfa ayıran o yalamaların bugün yazdıklarına bir bakın...
Böyle ikiyüzlülük görülmedi hiç?
Aymazlık!
Cambazlık!
Rezillik!
İnlerine gireceklermiş!
Nasıl gireceksiniz bir anlatın bakalım!
O haşhaşi dedikleriniz inlerinde sizinkilerle birlikteydi!
Neden düşman oldunuz?
Ben övgüler düzmedim hiç Hocaefendi’ye...
Önce siz havuz medyasına bakın, daha düne kadar onlar kankaydı haşhaşilerle...
Ve hep söylediğim gibi...
Devletin polisi, savcısı, yargıcı!
Devletin istihbaratı, MİT’i...
O derin devletin!
“Türk Gladyosu”nun yaptıkları
Kanlı pazarlıkların, faili meçhullerin, JİTEM’in!
Ve barış mı, savaş mı?
Yanıt verin!..