Hikmet Çetinkaya

İçimde çalan saat

06 Mart 2018 Salı

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu...
Pencerenin önünde durdum...
Yıldızların arasında bir yıldız aradım... Hem de en ufacıklarından. Mavi kadifede bir yıldız zerresiyle koskocaman dünyamızda iyilikler yakalamaya çalıştım...
Ne diyordu Nâzım Hikmet:
“Diyelim ki hapisteyiz
yaşımız elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının...”
Cadde bomboştu, evlerin ışıkları yanmıştı...
Bir fotoğrafa baktım uzun uzun...
Oktay Rifat’ı düşündüm...
Dedim ki:
“Gözlerin var ya çekik kara kara
Önce gözlerindi en güzel ışık...”
Bir sesle irkildim...

O güzel kadının bakışlarında kayboldum...
Hani kızlar vardır kıvırcık salata gibi; ağızları burunları kıvır kıvır...
Sen onlara benziyordun...
Kara dutlar güneşinde sen yarım kalmış bir sevdaydın; sen bir içim su, sen vazgeçilmez bir rüzgârdın...
Balıklar hep düdük çala çala geçerdi...
Bense sana bakar, gözlerinin büyüsünde aşkımın şarkısını söylemeye çalışırdım...
Gözlerimi açar, senin sadece bakışlarında sevişirdim...
Papatyaların renkli camlarında seslenirdim sana:
“Gel bulutsuz masallara yaslan
Elimi tut büyüsün
Yüzüme bak çalsın
İçimde çalar saat
Dönüş yollarında sarmaş dolaş
Vapurlar geçsin aramızdan”
Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu... Bilir misiniz ben yıldızlarla konuşurum geceler boyu; zindanların demir kafeslerini açar, özgürlüğe salarım tüm güvercinleri...
Annelerle konuşurum...
15’inde işkenceden geçmiş çocuklarla buluşurum kırlarda; yargısız infazlarda delik deşik edilmiş genç bedenleri çiçeklerle donatırım; güneş gibi güzel insanlara sevda şiirleri okurum...
Çayırlarda bıldırcın sürülerini gördünüz mü; bir genç kızın saçlarını okşadınız mı; umudun bahçesinde suların şarkı söylediğine tanık oldunuz mu hiç?
Varlığın yetişemeyeceği gelecek zamanlarda koşmaktan yoruldum...
Akşam yıldızını arıyorum, ölümsüzlüğe sırtımı dönerek, sana koşuyorum farkında olmayarak...
Kapın her zamanki gibi yine kapalı mı?

***

Bir fotoğrafa baktım uzun uzun...
Umutların bittiği, anıların yıkıldığı bir ormanda, karanlık geçlere kalındığı saatler içinde kahrolmuş yüzler aradığım günlere döndüm...
Biraz Behçet Necatigil okudum karartılı bir hüznün bahçesinde...
Bir şiirin dizelerinde aradım seni, içerde fırtınalara tutuldum bir intihar gibi...
Dedim ki:
“Çocukluk, gene ancak çocukluk
Gerçi o da acı
Ama iyi ki var
Yerine hangi mutlu yaşantı...”
Geceydi ve ben üşüyordum...
İçimdeki kıpırtı yüreğimin derinliğine bir sızı getiriyordu...
A. Kadir’in şiiri senin kaçışını anımsattı bana o an da:
“Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular / rüzgârlara, kuşlara, bulutlara yakın, / senin etinden, tırnağından ayrı, / senin kokundan uzak.”
Yağmur camlara vuruyordu...
Bense kara düşler ülkesinde aşkı, özgürlüğü arıyordum...

***

Gözlerinden ırmaklar akıyor, karlarsa donmuş otların ortasında...
Cahit Külebi’nın içi korku dolu kış gecelerini anımsıyor musun?
Yıldızların küfür gibi, yüzümüze tükürür gibi şafak sancılarını görebiliyor musun Attilâ İlhan’ın.
Alsancak Garı’nda sabahlıyor musun?.. Haliç’te bir vapuru vuranları tanıyor musun?
Yitirilmiş tılsımı ilk sevmelerin, yitirilmiş öpücükleri yaşayabiliyor musun Ahmed Arif’i anımsayarak!..
Bak yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, bak kaçan sevdalar benim hüzün çiçeklerimi büyütüyor...
Yokluğun, cehennemin öbür adıdır; sen söylemiştin bunu bana; sen anlatmıştın o büyücü kadını taş duvarların arkasında...
Seni, masalların, öykülerin, şiirlerin içinden çıkarıp buldum; seni o düş ormanında yağmurlu bir akşamda yitirdim...
Artık payı yok apansız inen akşamdan; anladım bu şehir başkadır; bir kadeh, bir cıgara dalıp gidene...
Unutmak, unutmak, unutmak...
Saçlarımı kesip rüzgâra atacağım, sana haber getirsin diye...
Yokluğun içimde buruk bir acı
Yokluğun benim çözemediğim bilmecelerde saklı...
Üşüyorum, kapama gözlerini!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları