Hikmet Çetinkaya

Evrensel laiklik ve demokrasi...

27 Ekim 2016 Perşembe

Kaderin acısında mı yaşayacağız, korkuyu, yalnızlığı, hüznü?
Nereden bakacağız hayata?
Sonbahar esintisi insanın içini ürpertiyor, geçmiş zaman masallarını anımsatıyor bana.
Demokratikleştirilmiş rejimlerde tek tipleştirilmiş, mezhepleştirilmiş bir tanım yoktur.
Böyle bir tanım baskıcı Ortadoğu rejimlerinde vardır. Zaten o ülkelerde de demokrasi falan yoktur.
Savaşlar, iç savaşlar o ülkenin bu yüzden canına okur, masumiyet dehlizinde yaşamaya çalışırken.
Demokrasilerin olmazsa olmazı eşit yurttaşlık değil midir?
Tarihin sayfalarını okumanın zamanıdır bugünler... Tarihten insanlık için, adalet için ders çıkarmak gerekir. Etnik ve dini gericilikten gençler uzak tutulmalı.
Gençleri böyle siyasileştirmek, toplumu ileriye değil geriye götürür.
Gençlerimiz hayatı kucaklamalı, sevgiyi yüreğinde duyumsamalı, kana kan intikam duygularından arındırılmalı.
Bugün Ortadoğu alev alev yanıyorsa, Müslümanlar Müslümanları öldürüyorsa, katliamlar yapıyorsa, mezhep çatışmaları acımasızca sürüyorsa oturup uzun uzun düşünmeliyiz.
Nasıl kokar ıhlamur ağaçları çiçeklendiğinde bilir misiniz? Bir yaşam nasıl filizlenir, temel hak ve özgürlükler temelinde?
Fethullah Gülen bu ülkede yıllarca kaldı, 40 yıl boyunca siyasal iktidarlarca, 12 Eylül’de darbeci paşalarca nasıl korunup kollandı?
Ne istedilerse verenler, kumpas davalarıyla TSK’yi ele geçirmeye çalışanlar, kıytırık Türkçe Olimpiyatları düzenleyerek siyasal iktidarların tüm nimetlerinden yararlananlar, onlar değil miydi?
Efsane savcılar, kahraman polisler nerede şimdilerde?
Hepsi kaçtı!
Fethullahçı yapılanma, FETÖ’cü darbe girişimi sonucu ortaya çıkmadan, onlar, 15 Temmuz’dan çok önce zaten uçup gitmişlerdi.

***

Hayatın o dingin akan suyunu düşünüyorum sabah sabah...
Umudu...
Sevdayı..
Özgürlüğü...
Sağır eski bir pişmanlığı, Cesare Pavese’nin o bilinen öyküsünde “ölüm gelecek ve senin gözlerine bakacak” diye haykırışını.
Sağır eski bir pişmanlık ya da anlamsız ayıp gibi, peşini bırakmayan ölüm...
Bir boş söz, bir kesik çığlık...
Bir sessizlik olacak gözlerin, böyle görünecek her sabah, yalnız senin üzerinde.
Tarih sana anlatacak bir gün mutlaka...
Sen tek başına kaldığında, bir oda da aynaya baktığında...
Kandırılma, aldatılma...
40 yıl boyunca nasıl kandırıldın, nasıl aldatıldın, sen ona her istediğini verirken...
Kul değil birey olmak... Güce tapmamak... Şiddete geçit vermemek... İnsan olmanın gereği savaşa karşı çıkmak.
Analar, babalar, çocuklar ağlamasın...
Gecenin derinliği içinde dolaşırken, evrensel insan haklarını, laikliği, demokrasiyi düşündüm...
Ülkeyi yönetenler kamu kurum ve kuruluşları eliyle sivil toplum ve inanç örgütlenmesi yapabilir mi, diye...
İnsanca yaşamak, örgütlü toplum olmak, sermaye-emek çelişkisini gündemden düşürmemek...
Bunları düşünürken, bir dize geldi aklıma:
“Hangi gün ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu hiçlik olduğunu.”
Oysa şimdi tüm çıplaklığına sarınmış, bir orman yangınındaki ağaçlar gibi, onurlu ve korumasız bekliyoruz sessizliğin içinde.
Dünyanın hiçbir yerinde, dini, dili, ırkı, mezhebi, rengi ne olursa olsun çocuklar ölmesin, savaşlar çıkmasın, analar, babalar, kardeşler, eşler ağlamasın.

***

Benim kaygım tüm çocuklar, evlatlar için...
Onlara güzel, yaşanacak bir dünya bırakmak bizim görevimiz...
Kanlı darbe kalkışmasında bulunan FETÖ’cüler adalet önünde hesap vermeli...
Derdim, şiddet-savaş odaklı politikalar, kurunun yanında yaşın yanması...
Bunlar olmasın.
Evrensel laiklik ve demokrasi yaşam biçimi olsun!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları