Hikmet Çetinkaya

Dik dur, korkma, umuda sarıl...

07 Kasım 2015 Cumartesi

Acının, hüznün kuyusu karanlıktır, gün ne kadar aydınlık olursa olsun. Acı çırpınır ana yüreğinde, hüzün çocukların gözlerinde...
Acının kuyusunun derinliğinde neler yaşandığını göremezsin...
Bazen bir düş kurarsın geleceğe ilişkin, umuda yolculuk yaparsın. Bir su gibi dingin akarsın.
Yaşama, sevdaya koşarsın.
Çevir tarihin sayfalarını, dünü bugünü anımsa istersen.
Dinsel ve etniksel kimlikler özgürlükçü, demokrasi bilinciyle donanmamışsa, o karanlık derin kuyuya düşersin.
Sömürülürsün, emeğinin karşılığını almazsın, demokrasiyi ve özgürlükleri yaşam biçimi yapamazsın.
Acı, durmuş saatin sarkacıdır, usta öyle söylemiş öyle yazmış geçmişte. O sarkaç gün ağarırken sallanıp dururmuş...
Nasırlanmış bir acının can kafesinde, yürekler bağnazlığın döküm kalıplarında taşlanır; köpekler dolaşırmış kaz adımlarıyla ortalıkta.
Masalcı babalar, dedeler varmış, acının karanlık kuyusunu çok iyi bilen, çocukların gözlerinden geçen hüzün bulutlarını gören...
Tüm gücüyle bağırırmış, haykırırmış, uyuyanları uyandırmak için...
“Kitabın yaprağı sonbahardır sararmış beziyle vurur aklın kapısını:
- Kim ooo?
- Ben diyemezsin biz diyemedikten sonra yalnızlığın acısında kıvranarak.”

***

Oysa acının bahçeleri vardır, din ve etnik kimlik sarkacında yerlerini alan...
Okumayan, düşünmeyen, demokrasi ve özgürlük kavramını bilmeyen.
Hayat vardır özgürlük sirenleri çalan!
Ne yüreğin atışını duyan vardır dışarıda ne de o derin kuyularda yaşanan acıları...
Haksızlığın, hukuksuzluğun orta yerinde eriyip giden umutlar mum gibidir.
Acının şamdanına mum dikenler egemendir...
Her türlü yalan dolan, maskaralık, soytarılık...
Kaos korkusu, dinsel ve etniksel kimlik üzerinden siyaset anlayışı saatin sarkacında sallanıp dururken gözler görmez olur.
Acı!
Hüzün!
Yakarış!
Üçü bir araya gelince, küçük hesaplar, dağıtılan umutlar hemen devreye girer...
Oysa bilinmesi gereken aklın gücünün egemen olmasıdır, savaşımın güdüsü tüm benliği dağıtınca köle pazarının tacirleri yerle bir olacaktır.
Masal değildir anlatılan, gerçeğin öyküsüdür...
Zaten masalımızı çocuklar için anlattık hep, yarınlara hazırlarken...
Paramparça olmuş bedenleri, bizim aslan gibi gençlerimizi, kadınlarımızı, erkeklerimizi.
Biliriz acının duyarlığını, geçmişi ve bugünü, çağdaşlığı, insanca yaşamayı...
Yaşadığımız topraklar binlerce yıllık tarihin ve uygarlığın boy verdiği üç tarafı denizlerle kaplı cennet!
Yüreğin atışı!
Ankara Garı’nda yaşadığımız o katliamı...
Ölen 100’ün üzerinde insanımızı!
Suruç’u, Ceylanpınar’ı, Şırnak’ı, Dağlıca’yı, şehit düşen Mehmetleri, öldürülen küçük çocukları, can alan kör terörü...
Kaç gündür 1 Kasım seçim sonuçlarını, CHP, MHP ve HDP’yi, neredeyse yüzde 50 oy alan, tek başına iktidar olan AKP’yi konuşuyor, yazıyor, çiziyoruz ama toplumun ne denli ayrıştırıldığını hiç tartışmıyoruz.

***

O yüzden acının derin kuyusunun kör karanlığına kilitlenmişiz... Dinselliğin, etnik kimliğin tutsağı olmuşuz...
Gelin kurtulalım, dik duralım, umuda sarılalım... Gelin şu özgürlüğün sirenlerini çalalım etnik ve dinsel kimliğimizi tartışacağımıza...
Acının, haksızlığın şamdanındaki mumu çıkarıp, güneşin doğmasını, aydınlığa çıkmanın yolunu arayalım...
Korku sarmalında yaşayarak bir yere varılmaz. Dik durabilmek, acıların kör ve karanlık kuyularında olup bitenleri görebilmek gerekir...
Hayata bir ucundan tutunmak!
Hayatla yüzleşmek!
Haydi gelin, gün ağarırken utanmaz suratlara karşı gülümseyelim...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları