Hikmet Çetinkaya

Demokrasiyi sev, korkma arkadaş...

08 Aralık 2016 Perşembe

Geçmişin Türkiye’siyle bugünün Türkiye’si arasında nasıl bir fark var?
80’li, 90’lı yıllara baktığımızda önce medya var, gazetecilik var, dürüst gazetecilik var.
Bugünün Türkiye’sinde gazetecilik yok. Gazeteci soru sorar, kendi sorup kendisi yanıtlamaz. Gazeteci herhangi bir partiye yandaşlık yapmaz.
L. Doğan Tılıç, “Sorular Sormak” başlıklı yazısında diyor ki:
“Bugünün Türkiye’sinde medyanın bir fotoğrafını çektiğimizde, o fotoğraf içinde sorunun yerinin ne kadar az olduğunu görürüz.
Halkın bir partiye oy vereceği seçimler öncesinde bile medya, liderleri karşılıklı televizyona çıkarıp sorular soramıyor, onları birbirlerine sorgulatamıyor.
Tartışma programlarının ezici çoğunluğu karşıt fikirlerin söylendiği değil, aynı fikri savunanların söz yarıştırdığı programlar.”
Gazeteci Tılıç doğru söylüyor...
1983 seçimlerine ANAP, MDP ve HP katılmıştı. Turgut Özal, Necdet Calp, Turgut Sunalp.
Üç partinin lideri TRT’de soruları yanıtlamıştı. Özal, eski adıyla Boğaziçi, yeni adıyla 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü satacağını söyleyince Calp, sert bir yanıt vermişti:
“Sattırmam!”
Bu yanıt 1983 seçimlerinde Halkçı Parti’nin TBMM’ye ana muhalefet partisi olarak girmesini sağlamıştı.
Aradan 33 yıl geçmiş...
Türkiye’de medyanın içinde bulunduğu durum bugün yürekler acısı.
Meslektaşım bu yüzden medyanın fotoğrafını çekmiş ve okurlarına sunmuş.
Bir ülkede demokrasi ve özgürlükler ne denli sınırlıysa, yanıtlar da o denli çoktur.
O yanıtlara doğru dürüst yanıt vermek gerekir karşınızdaki kim olursa olsun. Çünkü gazetecinin işi soru sorup yanıt almaktır.

***

FETÖ’cü çetelerin 15/16 Temmuz’da yaptığı kanlı kalkışma, halkın demokrasi bilinciyle önlendi.
Türkiye bir yandan “demokrasi bayramı” yaptı, halk bütünleşti, hayatın o inanılmaz güzelliğini yaşadı.
Önceki akşam gece gökyüzünü kuşattığında, ıslık çalan bir çocuğu düşündüm.
Eski zaman masallarında saklı kalmış geleceğin düşünü kuruyordu belki...
Toprağın ve yıldızların kokusuna hasret bir toplum, bunca acıyı küçük sevinçler toplayarak yenmek istiyordu.
Tam bu sırada yıllar önce yazdığım bir yazımı çıkardım arşivimden...
Şöyle bir bölüm vardı yazımda:
“O akşam yıldızların altında yürürken ölümsüzlüğe sırtını dönen, varlığın yetişemeyeceği gelecek zamanın yokuşunu düşündüm.
Annelerle, babalarla, kardeşlerle konuştum...
Üniversite harcını yatıramayan gencin gözlerindeki hüzün, umutların bittiği, anıların yakıldığı bir ormanda, karanlık geç vakitlere kalmış saatleri gösteriyordu.
Anneler yorgun, babalar umutsuz, kardeşler kırgındı.
15 yaşında çocuklarla, Manisalı liseli gençlerle konuşup onlara öğütler verdiğimiz yıllar çok gerilerde kalmıştı.”
Bugün geriye baktığımızda FETÖ’cü çetelerin devletin en duyarlı kurum ve kuruluşlarında nasıl örgütlendiklerine tanık olurken bazılarımız şaşıp kalıyor.
Cumhuriyet 1970 yılından beri FETÖ’nün peşinde. Gelmiş geçmiş siyasal iktidarlar önünü açtı Fethullah Gülen’in.
Nasıl örgütlendiklerini bir bir anlattım bu köşede...
Dizi yazılar yaptım...
Ne siyasal iktidarlar, ne devlet ciddiye almadı yazdıklarımızı...

***

Büyük hayıflanmanın doludizgin olduğu bir kış sabahında sevecenliğin o titrek kumaşını arıyorum.
Bir yas kalabalığından arındırılmış, sevinçlerle, umutlarla örülmüş bir yazgı demokrasimizi geliştirmek için mi?
Kimimizin yürekleri ise bir vardiya yalnızlığı içinde. Soru sormayan bir medya, tartışmaktan kaçınan siyasetçiler...
Türkiye’ye yakışmıyor bunlar!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları