Hikmet Çetinkaya

Biri şehit biri terörist...

17 Eylül 2015 Perşembe

Dumanlı ve seyrek gülen bir dağ düşün, ovanın üzerinden yükselen rüzgârı, şafak vakti ışıyan soluk güneşi...
Bir çocuğun gözlerinin içine bak, acılı bir annenin, babanın, kardeşin...
Esenler otogarından ya da Edirne’den Yunanistan’a geçmeye çalışan Suriyeli, Iraklı göçmenlerin çığlığında hayata bak istersen.
Farklı kentlerde 5 polisin musalla taşında yatışına...
Babanın tabuta sarıldıktan sonra yere yığılışına, gözyaşlarına, acıya bak...
Ve sen, ağlarken hayatın sürdüğüne tanık ol, bir büyük kentin meydanlarında dolaşırken.
Mario Luzi’yi okumanın tam zamanı bu saatlerde, Pınar Öğünç’ün Cumhuriyet’te yayımlanan, insanın içini dağlayan, yüreğime bıçak saplanmışçasına acıtan “İki Oğul İki Acı” röportajını oku bir kez daha...
Savaşın kötülüğünü, yıkımını öğren o gerçek öyküde...
Pınar Öğünç diyor ki:
“Savaşın taraflarının acısı sanki bir tartının iki kefesine konuyor. Savaşı konuşmaya önce akıldışılığından başlamak gerekiyor belki; savaşmamayı böyle, akılla seçmek gerekiyor. Yoksa Recep ile Rıdvan’ı ne yapacağız?”
Biri asker öteki PKK’li iki genç insan!
Şimdi oturup Pasinler Ovası’nı anlatmayayım, bu, insanın yüreğini dağlayan öyküyü anlatmayayım...
Ah ölümler olmasa, kardeşlik, barış, aşk olsa hayatımızda, sevgi olsa...

***

Sancılıdır zaman, insanın yüreğini sızlatır hep...
Sancılı dönemeçler, viran dağlar, ovalar, vadiler...
Umutla yoğurulmuş, yaşama doğru atılan adımlar, sevinçli imgelerin gün ışığında gülümsemesi, insanın varoluşu...
Esenler, Edirne, Datça, Bodrum...
Yine mi bot battı Ege Denizi’nde!
Bu kez kaç çocuk, ana, baba boğularak can verdi, tan yeri ağarırken, alaca bir şafak öncesi...
Yolumuz bildik yerdedir bizim ve dünya halklarının kardeşliği... Sömürü düzenine karşı çıkmak.... Gençlik yıllarımız hep böyle geçti.
Özlemini duyduğumuz neydi bizim?
Devrim!
Hep devrimi bekledik, duygusallığımızı mavi sularda aradık...
Biz ölümleri de gördük, işkenceleri de...
Zindanların ne olduğunu öğrendik!
Her sabah yeni ölümlerle uyanıyor, kana kan intikam duygularıyla gerçekleri unutup hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyor ama tutunamıyoruz...
Çok seviyoruz “iptal edilmiştir” demeyi...
Ezgi Çelik’in BirGün Pazar ekinde çıkan yazısını okurken “Çok doğru” diye kendi kendime mırıldandım.
Sancılar içinde kıvranan bir ülke Türkiye...
Ölüm haberlerinin her gün geldiği ülkede, film festivalleri, tiyatro turneleri, vizyona girecek filmler, konserler, çıkacak kitaplar iptal!
Hayatımızın iptal olduğu, gazetelerin basıldığı, muhalif yazarların baskı altında tutulduğu benim güzel yurdumun insanı hepten iptal olmuş zaten!
Ağlamak yasak, gülmek yasak, öpüşmek yasak!
Kardeşlik, barış, sevgi yasak!

***

Pınar Öğünç ve Ezgi Çelik’in yazıları beni derinden etkiledi.
Vurgun yemiş gibiydim dün sabah...
Pınar, hüzünlü öyküyü anlatırken şöyle demişti:
“... Erzurum merkeze 200 kilometre uzaklıktaki Karaçoban ilçesinde, Kırımkaya Mahallesi’ndeyiz. Tek katlı taziye evinin köşesinde iki gencin fotoğrafları duruyor: Recep ile Rıdvan.
Baktığımızda onlar bu savaşın iki ‘tarafı’. Biri asker, biri PKK’li. İkisi de hayatta değil artık. İkisi de bir tarafın şehidi...”
Ezgi ise şöyle diyordu:
“Otoritenin salt kendisinden oluştuğunu düşünenlerin arasında, tek cevap iptaldir. Film festivalleri iptal, oyun turneleri iptal, açılışlar iptal...”
Toplum acılar sarmalında, binlerce yıllık tarihin, kültürün boy verdiği ülkemin toprakları kanla sulanıyor...
Hayat bize sürgünü, savaşı mı öngörüyor, uçuk ve silik bir iz peşinde giderken!
Neyi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları