Hikmet Çetinkaya

Aşk özgürlük müdür yoksa bağımlılık mı...

29 Mayıs 2016 Pazar

Esintili, yağmurlu bir gecenin içinde hıçkırığımız, benim, sizin boğazınıza düğümlü bir sızıntı gibi belki...
Belki zamanın kıvrımları içinde biraz dalgın, utangaç.
Bir anlık bir susku, eski olan sevdayı anımsatıyor...
Esmer bir yalnızlık, hüzün, acı!
Yazılmış ama gönderilmemiş mektuplar, Mario Luzi’nin şiirleri, rüzgârda kavrulan ırmaklar gibi akıp giderken, eksik olan aşkı yakalamaya çalışıyor kadınlar, erkekler.
Bir ses, soluk...
Dizeler ilkyazın yağmurlu gecesinde yıldızlar gibi kayıp gidiyor avuçlarımızın içinden...
Yaşamak ve güneş belleksiz... İç içe gökle, uzak hasat arttığına sürgünü yaşamak bize kalandır hâlâ, parmaklarımız çoktan buza tutuklu...
Yazgının bir anlamı var aslında...
Mor bulutlarda dolaşan sevda, aşk, sevgi denizin üzerinde akşamın yıldızlarıyla oynaşırken ruhu üşüyen kadınların cılız erkek sofralarında dolaşmalarının ne denli anlamsız olduğunu bir kez daha anlıyorlar.
Çiçekler, ağaçlar yapraklarını sallayarak uykuya dalıyor.
Tam o sırada, bir kadın ve bir erkek aşk ve sevgi üzerine konuşuyor...
Kadın, erkeğin omuzuna koyarken başını usulca sesleniyor:
Düşlerin o ağırlaşmış dünyasında / Birlikte çekiyoruz içimize havayı / İçimizde ölüyor dış dünya / Ve biliyor beni tepeden tırnağa/ Dönüyor, gidecekmiş gibi, / Yarı kuş, yarı hayvan./ Rüzgâr kalıyor yamaçta/ Aşk her şey/ Aşk bildiğin ne varsa.
Güzel anılar eşliğinde Platoncu Eros ve Modern Eros tartışmaya başlıyor aşkı...
Aşkın özünü sorgulamak yerine, cinselliğin özü sorgulanıyor...
Kim haklı kim haksız dünden bugüne, pek anlaşılmıyor.

***

Mavisini yitirmiş bir deniz, gümüş rengi iç çekişler ve kadının haykırışı:
Seni seviyorum!
Erkek yüzüne bakıyor kadının:
Haydi anlat bana o zaman aşkın, devrimin, özgürlüğün ne olduğunu...
Birkaç gün önce ay denize düşerken, gök tanrısı Zeus bile kıskanmıştı iki sevgiliyi.
Şimdi ise aşk, devrim, sevgi üzerine tartışıyordu kadın ve erkek...
Gecenin içinde soluma saatleriydi belki bu hırçınlığın nedeni...
Bertolt Brecht’in o güzelim dizeleri tam onlara göreydi...
Suskunluğun egemen olduğu yerde / Çınlayan onun sesidir / Zulüm kol geziyorsa ve yazgıyı suçlamaktaysa insanlar / Adıyla söyle o suçlu kimdir?
Suçlu olan ortaya çıkmadı bugüne dek!
Ben de düşündüm, kimdir suçlu, diye ama bir türlü bulamadım.
Kimi zaman nefretin yerini aşk, aşkın yerini nefret alırdı. Paul Eluard sevgilisi Gala’ya “karım”, Gala da Paul’a “kocam” diye sesleniyordu...
Aşkım, canım sevgilim, kocam, bebeğim, çocuğum ben sana tapıyorum...”
Nikola Vaptsarov bir gün Puşkin’e sordu:
Sence aşk özgürlük müdür yoksa bağımlılık mıdır?
Puşkin’in yanıtı şu oldu:
İkisi birden...
Serin, ıslak bir gecenin içinde kitaplarımla baş başaydım...
Remy’in Simone’ye aşkını düşündüm, Eros’un aşka bakışını anlamaya çalıştım...
Bir dize gözüme çarptı:
Büyük bir giz var Simone/ Senin saçlarının gecesinde.

***

O gece ruhu üşüyen kadınları, çılgın kadınlar ormanını düşündüm...
Vasko Popa’nın dizelerini okurken uykum geldi, odayı dolduran toprak kokusunu içime çektim...
Dedim ki:
Senin ellerin olmasa, güneş gecelemez düşlerimizde hiç... Avuçlarında senin güneş suyu içer kuşlar... Mavi boz çıkarlar gözlerimizden ve uçarlar...
Sabah uyandığımda umarsız bir bulut çökmüştü bahçedeki çiçeklerin ve ağaçların üzerine.
Ve yolda yürürken Balzac’ın köleleştirici ve hükmeden aşkını anımsayıp hak verdim...
Sonsuzluğun acısını, renklerle parlayan gecelerin güzelliğini, ülkeme olan sevgimi, aşkımı yüreğimin derinliğine yazdım...
Aşk hayattır!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları