Feridun Andaç

Kime anlatsam...

07 Mayıs 2024 Salı

Bulutların renginin değiştiği yerdeyim. Dağın rengiyle bulutların kavuştuğu zamanda. İmkânsızı düşünüyorum. Yerde, gökte, yaşamda, insandakini...

Gözlerimi buğulayan da bu.

Gitmek kolay, beklemek çöl yalnızlığı. Savruntusu belirsiz. Yönsüz rüzgâr. O nedenle gözlerime mil çekmek istiyorum unutmak için.

Hikâyeler anlattım. Derdest etmediler beni belki! Ama dokundum insanlara. Adım gibi biliyorum bunu. Gördüm, hissettim, yaşadım her birini.

Yiteni, kendi dirimi görmek sanki insana özgü. Bu acıyı paylaştığım Adnan Binyazar da öyle diyordu: Ölüm benim dirimimdir!

Juan Goytisolo anlatmıştı o derin yitiklik acısını. Şunu diyordu bir yerde:

“Kendisinden geriye bilinmedik bir yere doğru yola koyulmuş bir trenin penceresinden gözüken bir gölgeden başka şey kalmamıştı.”1

Her kayıp bir yaradır, acıdır; bunu bilmek yetmiyordu. Şimdi, adsız, hafızasız bıraktın beni. Ölüm sessizliği bundan, hissediyorum kanayanın ne olduğunu. Dönsen de faydası yok, iki kere ölünmüyor.

Kargılarım yok, savunmasız değilim elbette. Ah şu sözcükler, savaş için değil elbette; sağaltmak, iyilik yapmak onların işi.

Kendimden vazgeçmedim elbette. Kim ister ki... Yüz yıla yaklaşmış ömrünü ölüme karşı savunuyor annem. Dirençle, inatla. En çok da biricik aşkını anarak yapıyor bunu. Kavuşma gününü bekliyor, biliyorum. Ne mutlu ona, bekleyenine. Böyle bir inancım olmadı hiç. Ama bugün olmasını isterdim.

Yitip gittiğini biliyorum. Üstelemem bundan değil, acınla çoğalmak yakıyor beni.

Ne çok sevmiştim seni.

Kaybetmek nedir bilememiştim, bunu öğrettin bana.

Yalansız değilim ama senin yakıştırdıklarınla ölçüleme beni. Hiçbir şey bildiğin gibi değil. Biliyorum, nafile bunlar. Ölenin ardından konuşulmaz.

Kime anlatsam, bana “deli” der; sana da yazıksanırlar. Oysa aslı öyle değil.

Mesele etmiyorum artık ölümü, yokluğu, yitikliği... Belki de kavuşmayı beklediğimden tıpkı annem gibi!

Elbette umursuyorum insanın insandaki izlerini. Biliyorum şairin şu sözlerinin anlamını: “İz bırakan, yara da bırakır!”

Ondan, suskun kalamıyorum bıraktığın acıya. Bir nefes gibi baktığım gökyüzü sensin, yaktığın ateş de... İzlediğim filmdeki gibi, bazen, gölge oyunlarına veriyorum kendimi.2 Ama hiçbir şey karartamıyor senin suretini. Biliyorum ki hiçbir acı örtülemez. Ama gösteremezsiniz de bunu kimseye. Ben de tıpkı filmdeki Hirayama gibi yapıyorum; fotoğraf makinem elimden düşmüyor nicedir, unuttuğum ezgilere, senin ezgilerine dönüyorum bir de. Schubert’i keşfettirmiştin bana. “Serenade”ı söküp alıyor beni benden günlerdir. Sen olsaydın, “Beni bununla uğurlayın” derdim.

Kimi sevsem onda hep sen olacaksın. O nedenle işte şimdi kibirli, öfkeli, yabanım senin kavminden olanlara.

Yadigâr bir sözdür: Boş çuval dik durmaz. Yazdıkça çoğaldığımı da biliyorum, dokundukça gözeneklerim açılıyor. Oturup “bir bahçe kurmak” diye bir metin yazdım. Dostlarımın bahçelerinden geçtim geçen gün.

Döndüğümde senin bahçenin kıyısında durdum. Kilitler paslı, kapılar kapalı, panjurlar yarı açık, yaşama belirtisi aradı bakışlarım. Yoktun hiçbir yerde. Ama rengin, soluğun her yerdeydi, dokunuşların... Çiçekler solgundu, ağaçlar ise toprakla baharın rengindeydi. Tarçın görünce beni, hüzünle bakmıştı. Biliyordum ki aradığı sendin.

Bir ona anlatabilirdim seni, yokluğunu. Gözyaşlarımı gördü sanki! Yaklaşıp sokuldu bana. Kucakladım, kulağına fısıldadım seni. Hüngür hüngür ağladım. Beni teselli ediyordu patileriyle okşayarak. O da seni anlatmıştı bana. Gözlerinde yüzünü gördüm, iniltisinde sesini duydum. Ona dokunuşlarını hatırladım, verdiğin şefkatin onda nasıl bir dansa dönüştüğü geldi gözlerimin önüne. İçimdeki uyanışın, ezincin dilini buldum onda. Sevdiğim ellerinin sıcaklığını hissetim ona dokunuşumda...

Yiten söz gibiydi bakışlarımız.

Bir süre öylece kalakaldık sokağın ortasında, iki öksüz gibi.

Portakal çiçekleri açmış, yaseminlerin kokusu yayılmıştı her yana. Akşam olmak üzereydi. Vedalaşamadım Tarçın’la. Bırakmadı beni bir başıma, yanı başımda yürüdü benimle. Gideceğimiz yönü biliyordu sanki. O da uçurumlara gidip dönmüştü, hatta bırakılmıştı. Gezginliği, burukluğu ondandı. Bir yuva arıyordu, insanların bakışlarına tutunması da bundandı. Onun kavmine döndü bakışlarım. Evsizliği unuttum bir anda. Yeni bahçemizin kapısına kadar taşıdı bakışlarımı. Ondan kopamazdım. O biraz da sendin, senin hafızandı bana... Senin seven bakışına taşıdım gözlerimin rengini. Tarçın’la göle doğru yürüdük kendi başınalığımızı alarak...

Yol boyunca, yarattığımız şeyin yitimine nasıl kederlendiğimizi düşündüm ister istemez...

1 Juan Goytisolo, Ara Perde, çev. N. Gül Işık, 2006, YKY.

2 Mükemmel Günler, Yönetmen: Wim Wenders, 2023.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Anlatısız toplum 19 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları