'Olay' Biter İzi Kalır

24 Haziran 2013 Pazartesi

‘Gezi Direnişi’ bitti. Ancak bu, yenilgi-zafer, başarı-başarısızlık kavramları bağlamında konuşulacak bir “bitiş” değildir.
Gezi Direnişi başladığında, başlayan
“şeyin” üzerinde düşünürken “olay” kavramından yararlanmaya çalışmıştım. “Gezi Direnişi”nin ardından düşünürken yine öyle yapacağım.
Önceki yazılarımda vurguladığım gibi “olay” hiç beklenmedik bir anda, biçimde ortaya çıkar. Daha doğrusu “patlak verir”. “Olay” yeni bir şeydir. Önceden yapılan hazırlıkların, bilgi birikiminin ürünü değildir. “Olay” bunlara rağmen “patlak verir”. “Olay”, katılan bireylerde, toplumun simgesel evreninde derin izler bırakarak, iktidarın ve muhalefetin önündeki olasılıklar yelpazesinde yeni düzenlemeler yaparak “biter”. “Olay”, var olanı açıklayan bilgi sisteminde bir delik açar. “Olay”, kendi “hakikatini” var olan bilgi sisteminin karşısına koyar.
Bu yüzden “olayı” konuşurken uygun olan “yenilgi-başarı” ikilemleri değil, bıraktığı izleri, ortaya koyduğu hakikati, bunun ahlakını ve insanını anlamaya çalışmaktır.

\n

Karnaval-kahkaha-korku

\n

31 Mayıs-17 Haziran arasında toplumu sarsan “şey” Başbakan’ın, kurmaylarının, medyasının iddia ettiği gibi “üç-beş çapulcunun” taşkınlığı, “marjinal grupların” provokasyonunun ürünü, “dış güçlerin” manipülasyonu olsaydı iktidarı bu kadar korkutmazdı.
İktidar, göstermeye çalıştığı istikrar, özgüven resmine kendisi de inansaydı, bu kadar yüksek yeğinlikte fiziksel ve simgesel bir şiddete başvurmaya kalkmaz, hiç olmazsa görünüşü kurtarmak için
“demokrasimiz güçlendi”, “gençlere eylem yakışır” gibisinden, Brezilya Devlet Başkanı’nkine benzer bir dille konuşmayı deneyebilir, önümüzde nasıl olsa seçimler var rahatlığıyla davranabilirdi. İktidar bunların hiçbirini yapamadı. Başbakan, şiddetle, hatta nefretle “gürledi”. Ne kadar bağırırsam, sert çıkarsam o kadar etkili, inandırıcı olurum diye düşünür gibiydi.
Başbakan’ın, çevresinin, medyasının kendi korkularının arkasında yatanı çok iyi anladıklarını sanmıyorum. Ama en azından şuna eminim: Üzerinde çalıştıkları toplum projesinin, sunmaya çalıştıkları toplum, ekonomi, kültür, tarih, demokrasi, hoşgörü resimlerinden oluşan simgesel evrenin birdenbire, engellenemez biçimde, üstelik
“şiddetle” değil, sözle, bedenlerin duruşuyla, dahası kahkahaya her yerinden delinmeye, gerçeğinin ortaya çıkmaya başladığını duyumsadılar. Her attıkları adımın, sarf ettikleri sözün, biber gazının, basınçlı suyun, copun, plastik merminin bastırmaya çalıştıkları şeyi güçlendirdiğini gördüler, dehşete düştüler.
Karşılarında,
Rabelais’ten, Bakhtin’nin bu yana artık anlamını çok iyi bildiğimiz bir şey, renkleriyle, danslarıyla, müziği ve sanatıyla, nihayet iktidarı ti’ye alan mizahıyla bir “karnaval” vardı.
Bilge Olgaç’tan (1940-1994) duymuştum, “Ezilenler dizlerinin üzerinden doğrularak ayağa kalktıklarında, egemenlerin boyu eskisi kadar uzun görünmez” diyordu. O muhteşem haziran günlerinde de böyle oldu.
“Olay” boyunca çok sık vurgulandığı gibi korku sınırı aşıldı. İktidarın gücünün sınırları ortaya çıktı. İktidarın sinirli seslerini, tutarsız açıklamalarını görenler kahkahalarla gülmeye başladılar. Güç göstermeye, bastırmaya çalışanlar gülünç duruma düştüklerini gördüler.
İktidarlar
“karnavallardan”, egemenlikleri altında tuttuklarının kahkahalarından bu nedenle korkarlar. Kahkaha korkunun karşıtıdır, karnaval da egemenlerin asla paylaşamadıkları bir mekân. “Karnaval” egemenlik altında tutulmaya çalışılanları, başkaldırıları birleştirir.
Gezi olayı, iktidarın yıllardır, liberalizmin, “yetmez ama evet”çi solun da katkılarıyla karşı karşıya getirmeye çalıştığı kesimleri iktidara karşı birleştirmeye başladı. “Gezi”de, verili aidiyetler ikinci plana düştü, “düşman” bayraklar iktidara karşı birlikte havaya kalktı, farklı dünyalar paylaşıldı, paylaşılamayanların varlığı, renkleri korundu, nefret yok oldu; yeni diyaloglar, yeni fikirler, olasılıklar oluştu. Mallar ürünlere dönüştü; değişim değeri yerini kullanım değerine, tüketim yerini ortaklaşa kullanıma bıraktı. Bilenler, bilme imtiyazını bir kenara bırakıp dinleme ve öğrenme olanağını kullanma şansına sahip oldular. “Ben”, “biz” oldu. “Olay” sırasında “yaşam” en azından bir süre için bir “karnaval” oldu ve aslında nasıl olması gerektiğini katılanlara gösterdi. “Olay” katılanlar üzerinde iz bıraktı, onları değiştirdi, “yeniledi”. “Olay”ın izi yeni bir ahlakın, yeni bir insanın varlığına, yeni bir “öznenin” doğduğunu muştuluyordu. Bu, içinde yaşadığı topluma uyumlu bireyin, olayın ahlakını benimseyerek ona sadakatini açıklayarak evrenselleştirmeye çalışarak özneleşmesiydi.

\n

Üç tavır

\n

Olay”ın arkasından ortaya her zaman üç tavır çıkıyor. Birincisi, olayın öznesinin tavrıdır. O olayı tanır, olumlar, sonuçlarıyla (hakikati ve ahlakıyla) benimser. Olaya “sadık” kalacağını açıklar, olayın izlerini korumaya, ahlakını evrenselleştirmeye çabalar, böylece tarih sahnesinde yerini alır.
İkinci tavrı ikiye ayırabiliriz: (A) Sistemle sürdürmekte olduğu mücadele üzerine gölge düşüreceğini, olumsuz etki yapacağını düşünerek, “Bu bir şey mi? Biz senelerdir hem de ne koşullarda...”, anımsatmasıyla yaşananları sıradanlaştırarak olay kategorisinin dışına itmek isteyen yaklaşım. (B) Olayı görmezden gelerek izlerini değersizleştirmeye, kalıcılığını sabote etmeye çalışan yaklaşım. Bu ikinci, “inkârcı” olarak da tanımlayabileceğimiz yaklaşıma göre “olay” aslında olay değil, birilerinin (örneğin gençlerin) bir tepkisidir. Ya da “olay”, olay öncesinin bilgisine aittir, diğer bir deyişle ya emperyalist ya da Yahudi ya da faiz lobisinin -ki aslında Yahudi düşmanlığının utangaç adıdır- komplosudur, ya da birilerinin (olay öncesinin sadakatlerinin) sıradan vatandaşı kışkırtmasının ürünüdür. Bu kategoride bir tavır olayın bitişini yenilgi olarak tanımlayıp aslında bir şey değişmediğini anlatmaya çabalar; her şey eskisi gibidir, zaman hiç “kırılmamıştır”, hâlâ önemsiz bir sıradanlıkla akmaya devam etmektedir. Üçüncüsü, “reaksiyoner” tavırdır. Bu tavır “olayın” olduğunu bilir, yarattığı hakikatin ve öznesinin iktidarına, bu iktidara bağlı çıkarları tehdit ettiğini görür, izlerimi silmek için fiziki ve simgesel şiddetle tepki gösterir. Bu reaksiyoner tavır, ikinci, inkârcı tavrın tepkilerinden, özellikle simgesel şiddet uygulamada yararlanır, hatta onun desteğini bile alabilir.
Gezi direnişinden, “karnavaldan” sonra, şimdi mücadele “olayın” yarattığı hakikatin -eşitlikçi, özgürlükçü, dayanışmacı, paylaşımcı ve sermaye ilişkisinin dışında bir başka dünya kurma olasılığı- üzerinden, “olayın” hakikatinin öznesiyle, inkârcı, reaksiyoner güçler arasında sürecektir. Gerçek anlamda “yeni”, “iyi” olanın yaratılabilmesinin şansı, reaksiyoner ve inkârcı güçlerin aşılmasında yatıyor.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir Ukrayna daha mı? 20 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları