Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Fırtınalı sularda

21 Nisan 2022 Perşembe

Genelde yorumlar, “Ukrayna savaşı, ekonomik toparlanmayı geciktiriyor” biçiminde. Gerçek durum biraz daha karmaşık. 

UKRAYNA KRİZİ VE ÖNCESİ

Ukrayna krizi, tedarik zincirlerini aksattı. Enflasyonist bir baskı yarattığı, enerjide, gıda tedarikinde, hammadde de dışa bağımlı ülkelerin sanayi maliyetleri, kamu maliyeleri üzerinde büyük basınç yarattığı da bir gerçek. Bu basıncın gündeme getirdiği siyasi istikrarsızlık risklerinin borçlanma maliyetlerini artırdığı da.

Gerçekten de Dünya Ticaret Örgütü, dünya ekonomisinin büyüme hızının, bu yıl yüzde 2.8 ile 2010-2019 arasındaki ortalama yüzde 3’ün gerisinde kalacağını hesaplıyor. Demek ki dünya ekonomisi 2010 -19 döneminden bu yana hâlâ yüzde 2.5 - 3 olarak kabul edilen resesyon alanında seyrediyordu. Covid-19, bu resesyonu tarihsel olarak görülmemiş düzeylerde derinleştirmişti. Sonra aşı kampanyaları, önlemlerin kademeli olarak kaldırılmaya başlanmasıyla dünya ekonomisi, hâlâ resesyon alanında kalsa da toparlanmaya başlamıştı. 

Ancak Financial Times Brookings Institute’nün birlikte hazırladığı (ekonomik ve finansal göstergeleri izleyen) TIGER indeksi, Covid-19’dan çıkış sürecinde, dünya ekonomisindeki toparlanmanın 2021 yılının ikinci yarısında hız kestiğini gösteriyor. Gıda ve enerji fiyatlarındaki artış eğilimi de yeni değil. Ukrayna savaşı bu durum üzerine geldi ve zaten var olan eğilimleri güçlendirdi.

En son veriler dünya ticaretinin özellikle mart ayında daraldığını gösteriyor. Wall Street Journal, Çin, Japonya, Güney Kore, Tayvan’da ihracatın, 2019’dan bu yana en sert gerilemeyi yaşadığını, Çin’in dünya ekonomisi açısından büyük öneme sahip ithalatının da gerilediğini aktarıyor.

GELECEĞE DÖNÜŞ MÜ?

Dünya ekonomisi büyüme hızı geriliyor. Enflasyon merkez ülkelerde 1970’lerden bu yana ilk kez hızla artıyor. Böylece yaklaşık 40 yıl sonra, gündeme bir stagflasyon (enflasyon+durgunluk) riski geliyor.

Bu sırada, ABD’de Merkez Bankası’nın (Fed) enflasyonu düşürmek için faizleri artırmaya, bono satışlarıyla piyasadan para çekmeye başladığı görülüyor. Ancak Fed’in enflasyonu ABD ekonomisini resesyona itmeden denetim altına alabileceğine inanan ekonomist bulmak zor. Pazartesi günü Wall Street Journal’da yayımlanan bir araştırma, son 80 yılda Fed’in bugün karşısına koyduğu enflasyon hedefine benzer bir hedefe, ülkeyi resesyona itmeden ulaşamadığını gösteriyordu. Kısacası, dünyanın en büyük iki ekonomisinden biri ABD’nin önümüzdeki aylarda resesyona girme riski giderek artıyor. Öteki büyük ekonomisi Çin, hâlâ Covid-19 karantinalarıyla boğuşuyor.

Yaklaşık 40 yıl önce benzer bir stagflasyon ortamında Fed faizleri hızla artırarak enflasyonu denetim altına alırken sert bir resesyon tetiklemişti (1979: yüzde -2.3; 1980: yüzde -3.42; 1981: yüzde +2.79: 1982: yüzde -4.34). Dolar ile borçlanmış gelişmekte olan ülkeler ise hızla genelleşen bir borç krizine düşmüştü. 

Bu borç krizinin yarattığı ortamda, IMF ve Dünya Bankası, 1970’lerde şekillenmeye başlayan “neoliberal kriz yönetim modelini” ve türlü “finansal şantaj ve şiddet araçlarını” kullanarak gelişmekte olan ülkelerin ekonomik-yasal-kurumsal yapılarını, ekonomilerini, liberal entelijansiyanın da katkılarıyla merkez sermayenin serbestçe kullanımına açacak biçimde yeniden şekillendirmeye başlamıştı. “Küreselleşme” işte bu sürecin, emperyalist karakterini gizleyen ideolojik adıydı.

Şimdi ekonomik yavaşlama, hızla artan gıda ve enerji fiyatları, gelişmekte olan ülkeleri, Pakistan, Sri Lanka, Mısır, Tunus örneklerinin gösterdiği gibi borç krizine itmeye başladı. Büyüme beklentisini 2021’in yüzde 6.1’inden 2022 için 3.8’e çeken IMF henüz “Bir borç krizi bekliyorum” demiyor ama, Strateji ve Politika Direktörü Pazarbaşıoğlu, IMF’nin “bu riskten çok kaygılandığını” itiraf ediyor. Prof. Rogoff, “temerrüde düşenler olacak, kriz olacak… her şey olanaklıdır” diyor. “Her şey” olanaklı, çünkü, hem 40 yıl önce devreye giren kriz yönetim modeli iflas etti, “küreselleşme” halkların nefret nesnesine dönüştü hem de bu fırtınalı denizlerde kapitalizmin egemen sınıflarının henüz ne bir haritası ne de bir lideri var. Evet, “geleceğe dönüyoruz” ama 1970’lere mi yoksa 30’lara mı belli değil.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları