Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
ABD Asya'ya, Çin Batı'ya...
Obama, 22 Mart günü Ortadoğu gezisini tamamlarken, Çin’in yeni Devlet Başkanı Xi Jinping ilk dış politika gezisine Rusya’dan başlıyordu. İkinci durak, Güney Afrika. Sırada Tanzanya ve Kongo Cumhuriyeti ile Afrika olacaktı. Tartışmalar, Çin Batı’ya doğru açılarak yükselmeye devam ederken “ABD’nin yerini alacak yeni bir hegemonya merkezi olmaya doğru mu gidiyor” sorusu üzerinde yoğunlaştı.
Bu soruya cevap ararken, yalnızca ekonomik büyüklükleri değil, Çin kapitalizminin yapısal özelliklerini, kurmakta olduğu uluslararası bağlantıların niteliklerini de değerlendirmek gerekiyor.
Önce Rusya
Jinping’in, kongre biter bitmez Rusya-Afrika gezisine çıkmasının arkasında, Batı’ya karşı bir tavrın ötesinde, gözden kaçmaması gereken bir mantık yatıyor.
Rusya ve Çin son yıllarda özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD-Avrupa’nın politikalarına, İran, Libya, Suriye gibi gelişmekte olan ülkelere yönelik müdahale girişimlerine karşı birlikte tavır alıyorlar, BRIC ülkelerini de yönlendirmeye çalışıyorlar.
Bu sırada, Rusya ve Çin arasında, Çin’in hızla artmakta olan enerji gereksinimini karşılamaya yönelik ilişkiler giderek gelişiyor. Çin’in savunma harcamaları hızla artıyor, nitelik olarak olmasa bile nicelik olarak 2030 gibi ABD’nin düzeyine ulaşması bekleniyor. Bu bağlamda Rusya gelişmiş silah teknolojileri elde etmek açısından Çin için önemli bir kaynak oluşturuyor. Bunlara karşılık Rusya enerji ve silah sanayi alanlarında, mali açıdan güçlü ve güvenilir bir ortak edinmiş oluyor.
Kapitalizmi geliştirirken siyasi istikrarı korumaya devam edebilmek açısından SSCB deneyiminin Çin için özel bir anlamı var. Minzin Pei’nin Diplomat’da yayımlanan bir yorumunda, ÇKP iç dokümanlarından hareketle, Başkan Xi Jinping’in “tüm Sovyet Rusya’da rejimi savunacak bir gerçek erkek çıkmadı” saptamasını, Politbüro Daimi Komitesi üyelerinden Yu Zhengenseng’in, “Biz, Batı’nın modelini asla kabul etmeyeceğiz” iddiasını aktarıyor.
The National Interest’te yayımlanan bir yorumda da Çin’de liderliğin, SSCB’nin yıkılmasından sosyalist modeli değil Gorbaçov politikalarını, bürokratik fosilleşme, yolsuzluk, yeteneksizlik kanserinin Gorbaçov döneminde metastas yapmasını, Batı’nın dayattığı modelin yıkıcı etkilerini sorumlu tuttuğu vurgulanıyor. Bu gözlemlerden, Çin’in yeni liderliğinin, siyasi modelde hızlı bir değişikliğe gitmekten kaçınacağı, toplumsal istikrara, devlet yönetiminde verimlilik artışına, ekonomide dışa karşı korunmaya özellikle önem vereceği sonucu çıkarılabilir.
Sonra Afrika...
Çin’in Batı’ya yönelmesinde Afrika’yla ilişkiler özellikle dikkat çekiyor. Bu ilişkilerin, ekonomiyi aşan boyutları da var.
Afrika’nın Çin için kaynak tedariki, ihracat, yatırım alanı, hatta nüfus transferi bağlamında büyük bir önemi olduğu kesin. Geçen 10 yılda, Çin-Afrika ticaret hacmi yılda 10 milyar dolardan 200 milyar dolara çıktı. Bu kez Çin’e bağımlı, yeni bir “bağımlı ülkeler” zincirinin şekillenmekte olduğunu, emperyalist ilişkilerin varlığını savunmak olanaklı. Ancak bu madalyonun öbür yüzünde, Afrika’ya giden Çin sermayesinin, buradaki kapitalizmin gelişmesine, tabii ki, yerel egemen sınıfları güçlendirerek yaptığı katkı var.
Bu ilişkilerde, “IMF reformları” modelinden farklı sonuçlar görmek olanaklı. Örneğin 2000 yılında Afrika ülkelerinin ortalama dış borcu GSMH’nin yüzde 65’i; enflasyon da yüzde 15 düzeyinde seyrediyormuş. Bugün krizin ortasında, ortalama dış borç oranı yüzde 22’ye, ortalama enflasyon oranı yüzde 8’e gerilemiş; “rastlantı” diyerek geçiştirmek olanaklı değil.
Diğer taraftan, Çin’in Afrika ülkeleriyle kurduğu ilişkilerde, sürekli ulusal egemenliğin önemini, Batı’nın sömürgeci, ırkçı geleneğini vurgulayarak, eşitlikçi bir dille çalışması, Batı’nın müdahalelerine karşı bu ülkelerin egemen sınıflarını korumaya çabalaması da etkisinin artmasına, bölge liderleri arasında yeni müttefikler edinmesine olanak sağlıyor.
Ama önce istikrar
Çin’in Batı’ya doğru açılması, hegemon adayı olarak yükselmeye devam etmesi açısından büyük öneme sahip. Çin’in bugün dünya ekonomisi içinde payı yüzde 9. ABD’yi yakaladığında bu oranın yüzde 20’lere ulaşmış olacağı düşünülüyor. Ancak, bu oran Çin liderliği açısından yeterli bulunmuyor. Jinping ulusal kongrede, 17 Mart’ta, 3 bin delege önünde yaptığı 25 dakikalık 17 paragraflık konuşmasında sekiz kez Çin Rönesansı’ndan söz etmiş. Huang Han Tuan, “Rönesans” kavramının Çin’in dünya ekonomisi içindeki payının yüzde 60’a yakın olduğu dönemlere işaret ettiğine, 1830’da Çin’in payının hâlâ yüzde 30’un üzerinde olduğuna işaret ediyor (The Asia Times 04/04).
Gerçekten de, daha önce de vurguladığımız gibi hegemonya devrelerinde, gittikçe artan bir ölçek boyutu var. ABD’den sonra gelecek bir hegemonyacı gücün dünya sistemine bir istikrar getirebilmesi için, ekonomik gücü, etki alanı, müttefikler zinciri açısından ABD’yi geçmiş olması gerekiyor. Ölçek sorununu, ittifaklar zincirini, etki alanını ise salt ekonomik büyüklüklere, diplomatik esneklik ve başarıya indirgemek olanaklı değil.
Ekonomik ölçek, bir “aşırı birikim” krizine yol açmaması için üretkenlik düzeyinde sıçrama yaratacak yeni bir sermaye birikim modelini, teknolojik gelişmeyi gerektiriyor. Bu yeni modelin başka ülkeler tarafından benimsenmesi, kopya edilmeye başlanması da beraberinde, ittifaklar zinciri, kültürel etki, liderlik, dolayısıyla hegemonya için bir maddi zemin oluşturuyor. Bunlar olurken, aday ülkenin siyasi istikrarının da korunması gerekiyor.
Bunları göz önüne aldığımızda, Çin’in henüz yolun başında olduğu, ancak ilerlemeye devam ettiği söylenebilir. Morgan Stanley’in eski Asya bölümü CEO’su Stephen Roach iki noktaya dikkat çekiyor. Birincisi, Çin ihracata yönelik modelden iç tüketime, hizmet sektörüne yönelik bir modele geçmeye, yeni kentler kurmaya, bu kentlerin ekolojik etkilerine karşı yeni teknolojiler geliştirmeye başlamış. Ek olarak Çin yönetimi, sosyal güvenlik ağlarını, eğitim ve sağlık sistemlerini geliştirmeye, yaygınlaştırmaya çalışıyormuş.
Roach, Çin liderliğinin, derin analiz, risk değerlendirme, senaryo modelleme, yaratıcı çözümler üretme kapasitesi yüksek bir kadro tarafından yönetildiğini söylüyor (Project Syndicat, 29/03).
ABD dış politikasına ilişkin son tartışmalarda, Ortadoğu’dan, Asya Pasifik bölgesine doğru bir yönelmeden söz ediliyor. Şu sıralarda Çin’in Batı’ya yönelmekte olduğu konuşuluyor. Bu iki “keçi” dar bir köprünün üzerinde karşı karşıya geldiklerinde acaba ne konuşulacak dersiniz?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
En Çok Okunan Haberler
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- İstanbul'da aile katliamı
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!
- 'Açız' diye bağırdı, yaka paça dışarı atıldı!