Erdal Sağlam

Demokrasi yoksa AB’nin üretim üssü de olamayız

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Pandemiden çıkış süreci hızlanırken, siyasi iktidar ekonomide umut mesajları vermeye başladı. Pandemi öncesine dönmenin bile zor olacağı gözükürken, iktidarın “Yılın ikinci yarısından itibaren önemli kazanımlar elde ederiz, yeni hikâye yazacağız” söylemi gerçekçi görünmüyor.

Sermaye hareketlerindeki kısıtlamaların ve ithalattaki gümrük vergilerinin sık sık artırılması, ileriye dönük olası ekonomik fırsatlar için zeminin zayıflatılması olarak görülüyor. Son olarak hükümetin teşvik ettiği altın alımlarını bile zorlaştırması, yatırımcılardaki tedirginliği artırdı.

Geçen hafta işadamlarıyla online toplantılar yapan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak bu yılın ikinci yarısında önemli kazanımlar elde edileceğini belirterek “Üretim kapasitemizi iyi değerlendirirsek, ekonomide yepyeni ve kalıcı bir hikâye yazacağımız bir döneme gireceğiz” dedi. Stratejik ve üretim imkânı bulunmayan ürünler hariç, ithalatın artık kolay olmayacağını belirten Albayrak, yerli üretimi ve yerli üretimin dünyayla rekabetini tüm politikalarıyla önceleyeceklerini, yerlileştirmede sanayicinin daha fazla destekleneceğini söyledi. Buna karşılık, mevcut iktidar döneminde ithalata bağımlılığın arttığını, yerli ve milli üretimden son yıllarda çok söz edilmesine rağmen ciddi bir yol alınamadığını, her şeyden önce tasarruflar kıt olduğu için ciddi bir dış kaynağa ihtiyaç olduğunu, son kararla artık ileriye dönük bu yolun bile kapanması tehlikesi bulunduğunu hatırlatmak gerekiyor.

Siyasi iktidarın çizmeye çalıştığı pembe tablolar için Batı ile Çin’in arasının bozulacağı, “küresel anlamda Çin’i dışlayan yeni üretim zincirlerinin oluşmaya başlayacağı” tezinin temel alındığını, ekonomik atılım için AB ile işbirliğine fazlaca güvenildiği izlenimini alıyoruz.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) AB Çalışmaları Merkezi Direktörü Nilgün Arısan Eralp’in, vakfın internet sitesinde “Schuman Deklarasyonu’nun 70. yılında AB’nin korona ile imtihanı ve bu sürecin TürkiyeAB ilişkilerine etkisi” başlıklı bir çalışması yayımlandı. Türkiye’nin başta İtalya ve İspanya olmak üzere bazı üye devletlere tıbbi ve kişisel koruyucu malzeme göndererek bir diplomasi hamlesinde bulunduğunu kaydeden Eralp, “Her ne kadar Türkiye’nin diplomasi girişimi söz konusu üye devlet halkları tarafından minnetle karşılansa ve sağlık sisteminin korona hastalarının tedavisinde gösterdiği başarı dikkat çekse de bunların Türkiye ve AB arasındaki ilişkilerde kayda değer bir gelişmeye yol açacağı düşünülmemektedir” dedi.

Güven bunalımı

Pandemiden hemen önce Suriye’de güvenli bölge oluşumu ve mülteciler için yardım talebinde bulunan Türkiye’nin sınırlarını açarak mülteci ve düzensiz göçmenlerin AB sınırlarına yığılmasının taraflar arasındaki güven krizini derinleştirdiğini hatırlatan Eralp, pandemi nedeniyle bu kriz de dahil olmak üzere tüm sorunların buzdolabına kaldırıldığını söyledi.

AB’nin pandemiyle mücadele sürecinde temininde zorluk çektiği malzemelerinin yarattığı zorlukların da etkisiyle artık Çin ve genel olarak Asya’yı da kapsayan global tedarik zincirleri yerine, yakın bölgelerde bulunan, güvenilir ticaret ve sağlık politikalarına sahip olan ülkelerle bölgesel tedarik zincirleri kurmak, bazı üretim alanlarını bu ülkelere kaydırmak istediğini kaydeden AB Direktörü Eralp, “AB’nin bu yöndeki isteğinin potansiyel olarak Türkiye için, ciddi ekonomik zorluklar yaşandığı bu dönemde önemli bir avantaj olacağı kesindir” dedi. Buna karşılık AB’nin başta hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim olmak üzere, diğer evrensel ilkeleri de içselleştiren bir reform sürecine dönülmeden bazı üretim alanlarını Türkiye’ye kaydırmayı düşünmesinin mümkün gözükmediğini kaydeden Eralp, bu nedenle tedarik zincirlerinin yeni konumu olarak Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin düşünülmesinin daha akla yakın geldiği, hatta AB içinde bazı Afrika ülkeleri bile gündeme gelirken henüz Türkiye’den söz edilmediğini ifade etti.

Eralp, “Gümrük Birliği’nin güncellenmesi tartışmalarında AB liderlerinin güncelleştirmeye yönelik müzakereler için komisyona yetki vermediği ve 2018 yılında başta hukukun üstünlüğü olmak üzere, demokrasi, ifade özgürlüğü vb. gibi temel haklar konusunda ciddi bir ilerleme görülmeden söz konusu müzakerelerin başlamasının mümkün olmadığını belirttikleri hatırlandığında, aynı koşulların Türkiye ile kurulacak tedarik zincirleri için de öne sürülecek olması kuvvetle muhtemeldir” dedi.

Özetle: Türkiye, konumu nedeniyle aslında ciddi bir avantaja sahip ama yaptıkları yanlışlar ile fırsatı kaybediyor. Ekonomik olarak fırsat yaratılmak isteniyorsa demokrasinin, hukukun üstünlüğü ilkesinin, ifade ve basın özgürlüğünün şart olduğunu, iktidar görmek zorunda.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları