Kurban!

06 Ekim 2014 Pazartesi

Kurban, eski inanç sistemlerinden dünümüzün tektanrılı dinlerine kadar gelen bir törensel uygulamadır. Tanrı’ya adanan bir canlının yaşamını sonlandırarak ona olan bağlılık kanıtlanır. Tanrı adına yapıldığı için de herhangi bir vicdan azabı duyulmaz. Bu anlamda “kurban seçilen kişi” ya da “kendini kurban eden kişi”, kendisini “onurlandırılmış, ödüllendirilmiş kişi” sayar. Almanya’da makine mühendisi olan Arap asıllı Muhammet Atta, bu duygularla kaçırdığı uçakla ikiz kuleleri vurmuştu.
“Kendini adama’”, “adak adama” hep kurban ritüelinin uygulamalarıdır. Elbette, dinsel uygulamaların da, inanca dayalı kurban etme töreninin de dönemler içinde, ülkelere göre değişimleri olmuştur. Ama “kurban etme”nin, “kurban olma”nın temel dogması değişmemiştir.
Aztekler insan kurban ederlerdi. Seçilen kurbanlar “bakire kızlar” olurdu. Sunak üzerine yatırılan seçilmiş kurban bakire kız törenle kurban edilirdi. Bu kurbanla Tanrı’nın hoşnut olacağına, toplumu belalardan koruyacağına inanılırdı. Azteklerden birinin bile bir genç kızı öldürerek Tanrı’yı nasıl hoşnut ettiklerinden kuşku duyduğu sanılmamaktadır. İnanç her zaman çok güçlü bir ikna edicidir.
Kadın kurban etme geleneği günümüzde de sürüyor.
Kadın cinayetleri, bir anlamda “kadının kurban edilebileceği” içsel inancı ile ilişkilidir. “İçsel inanç” dışavurulmayan bilinçdışı yaşayan bir içkabuldür.
“Boşanmak istiyor öyle mi,”
“Başkasıyla ilişki mi kuracak,”
“Herhalde bir niyeti vardır”,
“Kadın değil mi, güvenilmez işte”
gibi “içsel inanç” ürünü olan “içkabul”ler, kendisinden ayrılmak isteyen eşi ya da sevgiliyi “kurban sunağı”na yatırıverir. Bu olay artık bir “öldürme” değildir, “haklı bir kurban etme”dir. Toplumdaki erkekleri çoğu arasında yapılacak dürüst bir anket durumu ortaya koyabilir. Daha şaşırtıcı olanın kadınların bir bölümünün bile “kadının ayrılma hakkı”na karşı çıkabilmesidir. Bu da “kadının zihinde kurban edilmesi” gerçeğini düşündürtür.
“Kadının zihinde kurban edilmesi”, kadının cinsiyeti nedeniyle kendini “değersiz, geri planda kalması gereken, erkeğe itaat etmesi gereken, hep başkası tarafından kontrol edilmesi gereken” kişi kabul etmesine dayanır. Dinsel inançlar, geleneksel tutumlar, töresel uygulamalar hep bu “cinsiyet ayrımcılığı”nı işler. TV dizilerindeki Güneydoğu hikâyelerinde çok net görülen bu gerçekler, günümüzde giderek daha etkin biçimde yaygınlaşmaktadır.
İlköğretim çağındaki (10-15 yaşlarında olan) kız çocuklarının tesettüre (örtünme, kaçınma, gizlenme) girmesi aynı biçimde “kadının zihinde kurban edilmesi” olgusunun güçlü bir uygulamasıdır. Bu kız çocuklarımız daha o yaşlardan başlayarak “kendilerini saklaması, gizlemesi gereken”, “hep korunmaya muhtaç”, “erkeklerle eşit olmayan”, “kapanan, kaçınan, eksik, kusurlu cins” olarak kabul edeceklerdir.
Prof. Bahar Gökler, “Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği” başkanı olarak “küçük çocuklarda baş bağlamanın çocuğu dinsel-sosyal sınırlamalarla kendini açamama, sessiz, edilgen, sorgulamadan kabul eden, meraklarından uzak kalan bir kişiliğe koşullandıracağını” açıklamaktadır.
Laik toplum yapısından uzaklaşmaya dönük her adım çok büyük bedeller ödetecek uygulamalardır.
Bu toplumun “Kurban Bayramı”nı kutlarken kendi kız çocuklarını, kendi kadınlarını “kurban sunağı”na nasıl yatırdığını düşünmeye gereksinmesi var.
“Kadın-erkek eşitliği” kurban edilirken ne uygarlıktan söz edebilirsiniz ne de demokrasiden.
İnsan kurban edenlerin değil, insan olanların bayramını kutluyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çalınan gelecek!... 29 Nisan 2024
Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları