Çiğdem Toker

‘Kontrbas Şairi’nin Ardından

13 Temmuz 2014 Pazar

Yaşıma başıma pek de uymayan o çocuksu yanılgı, beni de içten içe kuşatmış meğer. Sanmışım ki, Charlie Haden hiç ölmeyecek.
Yahut şöyle bir his: İçinde devinip durduğumuz dünya, günden güne vahşileşirken, görmesek bile nefes aldığını bilmemizin dahi yettiği bazı özel insanlarımız vardır ya. Onlara ölümü hiç kondurmayız ve bu aldatıcı “rahatlık”, bir yerlerde umudu da saklı tutmaya yardımcı olur.
Ve lakin, cazın “kontrbas şairi” de bu dünyadan göçtü işte.
Bir yakınımı kaybetmiş gibiyim... Sevdiğim her insan “gittiğinde” hissettiğim yeryüzünün tenhalaştığı duygusu, bir kez daha ezip kuşatıyor düşünceleri.
Patrick Suskind’in aynı adlı romanına da konu olmuş bu devasa gövdeli, zor, sert çalgıyı, yumuşak dokunuşlarıyla güçlü kılmasından; yıllarca “eşlikçi” sıfatı yakıştırılan kontrbası “solo” mertebesine taşıdığı için değil sadece...
Charlie Haden, caz müziğiyle çok da yan yana anılmasına alışkın olmadığımız antiemperyalist duruşu ve muhalif tavrıyla, müziğini bunca bütünleştirebildiği için de eşsizdi.
Galiba bıraktığı boşluğun derinliği, biraz da bundan kaynaklanıyor.
İlk kez 15 yaşında dokunduğu 61 yıllık kontrbas serüveninde hedefini “müzikal fikirleriyle dünyayı daha yaşanılır bir yer kılma” olarak belirledi. Onun bu inancı son nefesine kadar koruduğundan neredeyse eminim. Sadece -şanslı bir gazeteci olarak- Ankara’da yaptığım iki röportajdaki tutkulu ifadelerinden dolayı değil.
Amerikan emperyalizminin ezdiği Latin Amerika ülkelerinden yetenekli müzisyenleri tek tek bulup çıkararak bir araya getirdiği ve “Onları trajediler buluşturdu” dediği “Liberation Music Orchestra”yı Carla Bley ile birlikte dünya turnesine çıkan da oydu; 90’lı yıllarda Amerikan ambargosu nedeniyle ülkesinde hapis kalan genç piyanist Gonzalo Rubalcaba’yı özel girişimleriyle dünyaya tanıtan da.

***

Ankara’ya bir değil birkaç kez geldi. İlk konserini 1997’de şimdi yerinde yeller esen Akay Caddesi’ndeki Saklıkent’te verdi. Yüksek ateş ve içkulak enfeksiyonu sebebiyle doktorunun “konsere çıkma” tavsiyesine rağmen, “Quartet West” ile müthiş bir performans sergilemişti. Sonrasında fasılalarla, caz festivalleri vesilesiyle üç kez konuk oldu Türkiye’de.
Politikanın, biz ilgilenmesek de hayatımızı biçimlendirdiğini, Cumhuriyetçiler’den nefret ettiğini, onların iyi birer “halkla ilişkiler uzmanı” olduğunu söyleyip ABD’nin Irak’a girişini, “Bu savaş değil, bir işgaldir. Oraya iktidar hırsı ve petrol için gittiler” dediği ilk röportajımızda, takvimler 2003’ü gösteriyordu.
Herkesin o büyük yalana inanarak ya da inanmış görünerek, ABD’nin Irak’a girmesini “demokrasi götürmek” diye nitelediği o günlerde Charlie Haden, Cumhuriyetçiler için “Bunlar çok tehlikeli adamlar. Irak’taki şirketlerin birçoğu Bush yönetiminin ailesi ya da akrabası” deme cesaretini gösteriyordu.
Fikirlerimi insanlara ulaştıramazsam, müziğimden hoşnut olamam” diyen Haden’a 2006’daki röportajımızda dayanamayıp sormuştum:
Bunca büyük hesaplara, binlerce insanın her gün bombalarla parçalanmasına, müzik gibi naif bir araçla karşı durmaya çabalamak sizi yormadı mı? İşgal üç yıl önce başladı. Ve her şey, her geçen gün daha kötüye gidiyor. Ümitsizliğe kapıldığınız olmuyor mu?”
Haden’ın birkaç saniyelik sessizliğin ardından verdiği şu yanıt, onun neden bu kadar özel bir sanatçı olduğunu yeterince anlatıyor olmalı:
Ben bunu yapmak zorundayım. Sesimle muhalefet edebilirim. Elimden geldiği kadar onu yapıyorum. Yapmaya da devam edeceğim. Çünkü kendimizi cesaretlendirmeliyiz. Bakın, son Kongre seçimlerinden sonra Bush’un desteği 35’ten 31’e indi.”
60’lı yaşlarının sonunda “Kendimizi cesaretlendirmeliyiz” cümlesini kurup bugünlere ışık tutan “kontrbas” şairi, huzur içinde yat. Yumuşak bas adımların, kâinatta iz bırakmayı sürdürecek.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları