Çiğdem Toker

Deniz Biterken (2)

04 Ekim 2014 Cumartesi

Ekim ayı sadece “savaş” yetkisi getirmedi. 
Kamuda adı konulmamış bir “kemer sıkma” dönemine girdik. 
Enerjiye yüzde 9 zammın sonuçlarını bir önceki yazıda değerlendirmiştik. 
1 Ekim’den itibaren ilaçtaki katkı payı sistemi değişti. 
Artık -sağlığına o iyi geldiği için- pahalı ilacı tercih etmek zorunda kalan vatandaş, cebinden daha fazla para ödeyecek. 
Bu yolla, finansman açığı yaşayan SGK’nin 400 milyon TL tasarruf sağlaması amaçlanıyor. 
İkinci kritik adım ise “tezkere” ile aynı gün yine Bakanlar Kurulu’ndan geldi. 
Araç kiralamada sekiz yıllık bir uygulamada önemli değişiklikler yapıldı. 
Devlet kurumlarına araç kiralarken tanınan bir hak olan “akaryakıt dahil” maddesi kalktı. Kamu kurumları kiraladığı aracın akaryakıtını kendisi dolduracak. 
Özel şirkete ödenecek aylık kira tutarı da o araç için belirlenmiş kasko bedelinin yüzde 2’sini aşamayacak. (Misal; x genel müdürü, kasko bedeli 60 bin TL olan bir araç istiyorsa, aylık kira 1200 TL’yi geçemeyecek.) 
Araç şoförlü kiralanırsa, kira bedeline en fazla asgari ücretin yarısı kadar ekleme yapılabilecek. 
Böylece Başbakan Davutoğlu’nun Maliye’den aldığı brifing sonrası açıkladığı “araç kiralama” harcamalarının düşürülmesi hedefleniyor. 

***

Son üç güne sığan bu “kemer sıkma” tablosunun sebebi belli: Bütçe zorda. 
Üstelik bu zorluk, tezkereden çok önce kendini göstermeye başlamıştı: 
Kronik hale gelen cari açık, büyük altyapı projelerine sağlanan Hazine garantileri, faiz dışı kamu harcamaları, Merkez Bankası’na düşük faiz baskısı, bankacılık alanındaki “sistemik dedikodu”lar, kamu bankalarındaki kredi genişlemesi. 
Daha fazla saymayalım. 
Hükümet, 2 Ekim tezkeresiyle, yabancı silahlı kuvvetleri Türkiye’de bulundurmanın yanı sıra, kara harekâtı yetkisini de aldı. 
“Nasılsa ölecek olan benim çocuğum değil” diye düşünen 298 milletvekilinin oylarıyla kabul edilen bu tezkere, sadece evlatlarımız için değil, ekonomik dengeler açısından da büyük bir belirsizliğe kapı araladı. 

***

Bağımsızlık ve onur için yapılmayan her savaş yıkımdır. 
Ekonomisi dışarıya bağımlı ülkeler açısından faturanın daha ağır olması ise kaçınılmaz. 
2 Ekim tezkeresi, TBMM’den doğru düzgün tartışılmadan geçti. Tezkerenin görüşüldüğü oturum tutanaklarına baktığınızda, olası bir savaşın bütçeye getireceği yüke dair tek bir cümleye rastlayamazsınız. 
TSK’nin kara harekâtına girmesi halinde silah, mühimmat, askeri teçhizat harcamalarının kaç milyar liraya mal olacağını, bu artışın cari açığa nasıl yansıyacağını göremezsiniz. 
Göremezsiniz; her koşulda kaybedecek olan Türkiye olduğu için göstermezler çünkü. 
Oysa bundan üç yıl önce Libya’ya yapılan saldırılarda, ABD silah devi Boeing’in hisselerinin yüzde 6.1 oranında arttığını, şirketin bir haftada 400 milyon dolar kazandığını, aynı dönemde Batılı silah devlerinin de kârlarını katladığını biliyoruz. 
Uzun lafın kısası, tezkerenin “gereğinin yapılması”, küresel silah şirketlerinin kârlılığının artması, dolayısıyla ABD istihdam verilerinin düzelmesi açısından verimli bir adım olacaktır. 
Çocukları cepheye sürülen ana babalar, kalp ilaçları için daha fazla katkı payı ödeyip bütçeye destek olur nasılsa. 
İyi bayramlar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları