Trump'lı Dünya

16 Ocak 2017 Pazartesi

Amerika’da artık bu hafta ‘dananın kuyruğu kopacak’. Seçilmiş başkan Donald Trump, bir ‘aksilik’ olmazsa Cuma günü yemin ederek görevine başlayacak. Amerikan demokrasisinin 8 Kasım’daki seçimlerden bu yana ‘atlattığı badireler’ düşünülürse, aslına bakarsanız ‘büyük olay’!

Aralık ayından itibaren gündeme birbiriyle bağlantılı iki ‘sızıntı’ damgasını vurdu: Amerikan istihbaratının raporladığı, ana akım medyasında ortaya saçılan Rusya’nın başkanlık seçimini etkilediği iddiasını temel alan ‘siber korsanlık’ skandalı. Ve en son ‘çaresizce’ başvurulduğu anlaşılan Moskova’nın beş senedir Trump’ı ‘şantajla parmağında oynattığı’ iddiaları.

Somut kanıtlara dayanmadığından Amerikan istihbarat toplumunun da ana akım medyanın da itibarını derinden zedeleyen bu vakalar, kurumsal yapıdaki iktidar mücadelesinin derinliğine işaret. Elbette Hillary Clinton’ın yenilgisinin kabullenemediği ve Trump’la ne yapılacağının tam bilinemediğine... ABD’de onyıllardır politika/strateji belgeleri önceden hazır yönetimler düşünülürse durum hakikaten bir tuhaf. Trump bu ortamda işe koyulacak –koyulabilirse-...

***

Amerika’daki tartışmaları takip edenler, talihin azizliği liberal olsun radikal olsun Amerikan solunun kendisini, aralarında neocon’ların da bulunduğu kurumsal yapı ile ‘kader ortaklığı’ içinde bulduğunu görebilir. Amerikan standartlarında had safhada popülist sağcı Trump’ın sol için haklı kaygılar yarattığına şüphe yok. Lakin Barack Obama’nın sekiz sene önce ‘yapabiliriz’ ve ‘değişim’ sloganlarıyla iktidara gelip ‘hiç yapamadıkları’ üzerinden düşünmek yerine, bizatihi sonuçtan hareket etmeleri de düşündürücü.

***

Peki dünya Trump yönetimiyle ne yapacak?

Cumhuriyetçi başkanın kampanya dönemi ve sonrasında dış politika mesajlarıyla kabaca ana çizgisi şöyle özetlenebilir: “Amerika’daki ekonomik gidişatı değiştirmeyi öncelik kılmak. Bu uğurda neoliberal akla/savunma sanayiine bile ‘meydan okumak’. NATO-Transatlantik hattını hafifsemek. Rusya ile ilişkileri normalleştirme ve asıl ekonomik meydan okuma görelin Çin ile kılıçları bilerken, iki ülkenin son yıllarda oluşturduğu ‘mihveri’ de kırmak. Obama’nın feci sonuçlar yaratmış siyasal İslam yatırımına aksi istikamet tutturmak.”

Ancak Trump’ın bizzat kurduğu ekip kafa karıştırıcı. Bunu son olarak Senato’daki onay oturumları ortaya serdi. ‘Rusyacı’ görülen Exxon CEO’su dışişleri bakanı adayı Rex Tillerson, Rusya’yı ‘tehdit’ ilan etti. Çin’i de ‘radikal İslam’la mücadelede değerli’ diye ansa da Güney Çin Denizi’ndeki yapay adacıkları ‘Rusya’nın Kırım’ı işgaline’ benzetip, “Çin’e adaların inşasının durdurulması ve bu adalara erişime izin verilmeyeceğine dair açık sinyal göndereceğiz” dedi. Tillerson 10 binden fazla sivilin öldüğü Yemen’daki Suudi savaşına yardımdan bahsetti.

Çok eleştirilen Ulusal Güvenlik danışmanı adayı Michael Flynn ‘baş Rusyacı’ görülüyor. Tuhaf, zira kendisi zaten 2014’teki emekliliğine dek Amerikan istihbaratının başındaki isimlerden! Şu anda Trump’ın Rusya ile ‘en güçlü bağlantısı’. Siyasal İslam’la ilgili sert çıkışlarına karşın, eski iş bağlantıları itibarıyla tutumu kafa karıştırıcı.

CENTCOM’dan emekli, Irak işgalinedeki icraatlarıyla namlı ‘çılgın köpek’ lakaplı Savunma bakanı adayı James Mattis ise ‘Rusya’yı en tehlikeli’ ilan edip ‘karşı karşıya gelmeye hazırlıklı olmaları gerektiğini’ salık verdi. Nitekim, Trump’a Obama’nın bir mirası da ABD’nin Soğuk Savaş’tan bu yana Doğu Avrupa’ya en büyük yığınağı.

***

Adayların mesajları Senato onayı için kullanılan retorikler midir, bilinmez ancak argümanların Clinton’ınkilerden farkı yok. Oysa Trump’ın mesajları, Rusya ile Nixon’ın Brejnev’le kurduğu türden bir détente tesisi arzuladığına işaret. Nitekim Moskova’nın, casusluk skandalı yüzünden Obama yönetiminin yeni yaptırımlarına uğrayıp 35 diplomatı sınırdışı edildiğinde, ABD’yi kendi hatalarıyla dışlanmış olduğu Suriye sürecindeki müzakerelere davet etmesi de, yatırımlara misilleme yapmaması da Trump’tan hala umut gördüğüne dalalet.

***

Trump, seçtiği ekiple birlikte düşünüldüğünde bana kalırsa –en azından başlangıçta- Kissinger’ın sözünü dinlemek eğilimi sergileyecek. Yani ‘ABD’nin iki güçe (Rusya ile Çin) birden karşı duramayacağını, Rusya’yı seçmesi gerektiği’ yolundaki telkinlerine... Rusya ile artık ortada ideolojik bir rekabet bulunmamasından hareketle gayet de mümkün gibi. Ancak Amerikan hegemonyasının yitip gitmesi refleksinden hareket eden kanat, Trump’ı kolayca ‘neocon savaş politikalarına’ çekebilir. ‘Haklı oldukları’ yan ise Rusya ve Çin’in ‘böl-yönet’ taktiğine kolay kolay gelmeyecekleri.

Her koşulda Rusya ve Çin ile farklı iştigal, Amerika’nın alıştığı hegemonyadan vazgeçecek şekilde davranmasını gerektiriyor. Yani zor dostum, zor... Bu durumda Obama’nın ‘bedavadan’ aldığı Nobel Barış Ödülü’nü anımsayıp, nükleer dahil savaş senaryolarını yabana atmamak lazım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları