Rusya okuması

26 Aralık 2016 Pazartesi

2016’da Rusya ile yatıp kalkar olduk. Ankara’daki siyasal İslamcı heyetin sancılı U dönüşü sonucu Rusya ile gelen ‘normalleşme adımlarıyla’ uzun bir yaz geçirdik. 2016’yı Halep’ten cihatçıları söküp atan Rusya-Türkiye-İran mutabakatı ve trajik Rus Büyükelçisi suikastıyla kapatırken, Rusya hepimizin dilinde. O sağcısıyla, solcusuyla pek bilmediğimiz, pek anlamadığımız Rusya...

Doğrusu Rusya uzmanı meslektaşlarım varken konuşmayı zul sayarım. Tek yaptığım 1990’lardan beri Rusya’yı daha ziyade dış politika odaklı izlemek. Ve ABD ve Avrupa’nın başını çektiği Batı dünyası, siyasi nüfuz/ekonomik çıkarlar için dünyanın diğer coğrafyalarına bizzat kendi değerlerini ayaklar altına alacak bir riyakarlıkla yüklenirken, Moskova’daki siyasi aklı anlamaya çalışmaktan ibaret.

***

Vladimir Putin, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle yaşanan sallantılı dönemden çıkışa damgasını vuran isim. Kavramlaştırma mütehassısı Batılıların ‘Putin’i dert edinmeleri normal. Genç bir dış haberci olarak, Ocak 2000’de başa geçtiğinde, herkesin ‘Yeltsin’in kuklası’ saptaması yaptığı dönemde, ‘Bu Putin bildiğiniz Rasputin değil’ diyerek Siloviki’nin ipleri eline almasını yazmıştım. Ben de o gün bugündür kendisini ‘dert edinir’ izlerim. Batılılar 2000’lerde ‘otoriterlik’ ve ‘milliyetçilik’ altbaşlıkları üzerinde ‘Putinizm’ kavramlaştırması türettiler. Rus siyasi geleneğinin otoriter eğilimleri vakıa iken, 20 yüzyıl tarihi ‘halkların kardeşliği’ ile geçmiş bir diyarda ‘milliyetçilik’ etiketinin uymadığı muhakkak. Bu sebepten Putin’in en son geçen hafta vatandaşlarına seslenirken, “Çokuluslu toplumumuzun istikrarını hedef alan yabancı düşmanlığı&milliyetçilik propagandasını durdurmalıyız” söylemini de anlamamışlardır. Başka şeyleri de anlamadıkları –mevzu buysa tabii- gibi. Misal, Rusya realpolitiğini... Velhasıl 2000-2004 ve 2004-2008’deki iki dönem başkanlığın ardından 2008-2012’deki başbakanlığa geçen Putin Dimitri Medvedev’le ‘tandeme’ başvurduğunda, Batılılar ‘umudumuz liberal Medvedev’ derken, gülüp geçtiğimi anımsıyorum.

****

Olan baştan belliydi aslında. Koca bir ülkede kapitalist ve neoliberal dünyaya bir anda açılmanın çöküşünü gören Siloviki’nin işe el koyması. Putin, salt kendi çevresini zengin eden oligarşik yapıya savaş açarken, vergi düzenlemeleri, toprak reformu eşliğinde liberal ekonomik reformlara da imza attı. Yoksulluk yarı yarıya azaldı. ABD’nin Ortadoğu’da yaktığı yangının sonucu olarak petrol fiyatları yardımcı oldu.

***

Batı’nın Yugoslavya’yı parçalamasıyla Balkanlar’dan sürülmüş Ruslar imparatorluk ve Sovyet mirasını harmanladıkları dış politikayı ise kısa sürede dengelediler. Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya uzanan ilişkiler tesis ettiler. Üzerlerine gelinmedikçe hamle yapmadılar. Gorbaçov’a vaadlerini tutmayan Batı’nın NATO üzerinden mütemadiyen genişleme/çevreleme hamleleri, Doğu Avrupa’ya bitmeyen füzel kalkanı planları Rusya’da sadece ‘savunma refleksi’ üretti. 2004 Ukrayna, 2006 Gürcistan krizleri, 2014’te ABD/AB’nin neonaziler eliyle Kiev’de parlamento darbesi yaptırması aynı refleksi pekiştirdi. 2004 Turuncu Devrim’i Batı açısından yerel dinamiklerle geri tepen kısmi kısmi başarı yaratmışken, Rusya, Kafkasya’nın ‘küçük emperyalisti’ Gürcistan’ın 1990’ların başından beri donmuş kriz alanları Güney Osetya/Abhazya’ya Bush yönetiminin teşvikiyle abanmasını cezasız bırakmadı. Tiflis’in bileği birkaç günde büküldü, ama Tiflis’i işgal eden de olmadı. Rusya yola getirip çekildi.
Ukrayna’da ise 2014’te bu kez ABD/AB neonaziler eliyle Kiev’de parlamento darbesine girişince aynı ‘savunma refleksi’ yine zuhur etti. Doğu Ukrayna’daki geniş Rus nüfus Moskova’ya hareket alanı sağladı. Kiev’de Batı yanlısı yeni oligarklar ile neonazi ittifakı tesis edilirken, Batı projesi ülkenin doğusuna yansıyamadı. Üstelik Karadeniz’deki kritik Sivastopol üssüne evsahipliği yapan Hruşçev’in Ukrayna Sovyet’ine vakti zamanında armağanı olmuş Kırım da gayet meşru bir referandumla Rusya Federasyonu’na bağlandı. Ortada Batı’nın kendi çıkarları uğruna eğip büküverdiği uluslararası hukuka göre de bir mesele olmaması icab eder.

***

Ne ilginçtir ki, ‘emperyalizm’ atıfları yapılan Rusya, Libya’da geri çekildi. Lakin Suriye’de aynı hataya düşmediler. Zira siyasal İslam maşasıyla rejim değişikliği teması Moskova için ‘başka bir şeydi’. Rusya’nın geniş Müslüman topluluğunun Körfez ideolojisiyle radikalleştirilmesi deneyimi yaşanmıştı, bu kez de geçit verilmesi imkansızdı. Önlem Ortadoğu sahasında alındı. Lakin bu derdin İslam’la olduğu manasına gelmez. Ruslar açısından asıl dert siyasal İslam’ı en radikal hali kendilerine dokunmadıkça başkalarının topraklarında maşa olarak kullanmaktan kaçınmayan Batı’dır.
En nihayetinde Suriye’de 20. Yy modernleşmesinin ürürü Şam yönetiminin yardımına Rusya’nın kararlı biçimde koşması artı hanesine yazmıştır. Öyle ki Rusya, Ortadoğu'da Batı'nın siyasal İslam maşasıyla ülkeleri parçalama girişimine karşı modernleşme unsurlarının ‘garantörü’ kılmayı başardı kendisini.

***

Rus diplomasisi bütün bu süreçlerde Batı ile işbirliğine, karşılıklı saygıya dayalı ilişkilere hep vurgu yaptı. Karşılığını da görmedi. Rusya bugün Obama yönetiminin başarısız ‘pivot Asya’ politikasının karşısında da Çin ile birlikte Avrasya entegrasyonuna soyunuyor. Ve Kissinger’ın son dönemde telkin ettiği ‘böl-yönet’ taktiğinin işe yarayacağı doğrusu çok şüpheli.

***

Rusya Federasyonu elbette cennet değil. Sosyalist bir sistemi de yok. Lakin Rusya Federasyonu’nu yanlış da anlamamak, taşları yerine oturtmak gerekir. Burası milyonlarca Müslüman dahil farklı etnik/dini aidiyetlere sahip insanın ‘üst kimlik’ şemsiyesi altında dünyanın pek çok yerine nazaran gayet güzel bir arada yaşabildiği kozmopolit bir diyar. Batı’dan öğreneceği bir ‘kozmopolitlik’ de yok.
Moskova için dış politikada ise uluslararası hukuk çerçevesinde bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü asli belirleyici. İttifakları çıkar odaklı. Tek belirleyen olma hevesi de, dünyada ‘ayrıcalıklı konumum olmalı’ kibri de bulunmuyor. Lakin siyasal İslam’daki radikalleşme potansiyalinin de gayet idrakındalar. Salt Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı heyete dair kuşkuları bunun tezahürüdür.

***

Kanımca Batılıların biçare ‘Putinizm’ diye andıkları mefhumun ise altı boş, zira ideolojik altyapısı olmayan bir model olamaz. Ruslar gömdükleri sosyalizm ideali üzerine düşünmeli. Ama kendi ‘ideallerini’ kendi elleriyle gömmelerinin bedellerini aşırı sağ patlamasıyla ödeyen Avrupalıların düşünecek çok mefhumları var. Bu mevzuda Rusya’nın özel bir rolü filan da yok. Bugün AB’ye neoliberal kurtarma paketleri dayatan Merkel, 18 senelik iktidarını tamamlayacak şekilde dördüncü dönem başbakanlığa hazırlanırken; 300 küsur senedir soyisimleri zincirleriyle namlı başkanlar tarihine sahip ABD’nin ulusal güvenlik aparatını corporate medyanın tamamladığı sistem krizin eşiğindeyken... Ortadoğu’ya dair olanca yalan dolan haber ve analizleri artık ABD seçimlerini Rusya’nın karıştırdığı miti eklenir olacak şekilde gülünç konumlara düşürken... İronik tabii ki, ‘tarihin sonunu’ çok erken ilan etmişlerdi.

***

Yazımı yazarken aklıma Putin’in 2007’de Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşmasındaki ‘demokratlıkla’ ilgili sözleri düştü. Anımsatma niyetine aktarayım:

“Ben katıksız bir demokrat mıyım? (gülüşmeler) Elbette öyleyim. Kesinlikle. Sorun şu dünyada yalnız olmam. Sadece Amerika’da neler olduğuna bir bakın, korkunç -işkence, evsiz insanlar, Guantanamo, yargılanmadan yahut soruşturulmadan gözaltına alınan insanlar. Ve Avrupa’ya bakın –göstericilere sert müdahaleler, plastik kurşunlar ve gözyaşartıcı gazlar başkentlerde kullanılıyor- göstericiler sokaklarda öldürülüyor. Benimse Gandhi öldüğünden bu yana konuşacak kimsem yok.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları