Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
İktisat topluma yarar mı? (6)
AYNANIN ÖNÜ, ARKASI
Alis Harikalar Diyarında’yı hepimiz okumuşuzdur. O kitabın ikinci kısmı “Aynanın İçinden Geçince” (“Through the Looking Glass”) başlığını taşır. Gerçek olmayan, mantıkdışı tiplerden, onların mantıkdışı davranışlarından örülü “Harikalar Diyarı”nın devamıdır. Aynanın önünde duran Alis aynanın “içinden geçerek” oraya adım atar ve aynı gerçekdışı dünyanın arka yüzüne girer. Çocuk kitabı değildir. Düşündürücüdür, bilgilendiricidir, aydınlatıcıdır.
Medya ve birçok iktisatçı bir süredir hep enflasyonu konuşuyor. Fiyatların “çılgın koşusu”nu faizle, para miktarı ve döviz kuru ile konuşuyorlar. Konuşma “aynanın ön tarafında”, boyuna yinelenerek yapılıyor. Orada duruluyor. “Aynanın arkası”na geçilmiyor bir türlü. Orada ne var? Fiyatların koşuşu ile sermaye lehine değişiveren “bölüşüm” var! İktisatçı aynanın arkasına adım atarsa, attığı anda “rantiye” denilen bir tiple burun buruna geliverecek. Bir adım daha atarsa, mantıkdışı ekonominin bölüşümünü dokuyan sınıf yapısının tamamını görecek. “Aynanın içinden” arka yüzüne geçecek adımları atsın mı, yoksa “enflasyon kaç olacak, faiz kaç olacak, ‘dolar’ kaç olacak”ı mı tekrar tekrar konuşsun?
UYURKEN KAZANIVERİYOR!
Sahici liberal babalardan John Stuart Mill (1806-1873) “rantiye”yi şöyle tanımlamış: “Gece uykuda iken haberi bile olmadan üzerine kazanç yağan adam!” Mill, kapitalizmin “ilerici”, yani verimlilik peşinde koşan, bundan ödün vermeyen çerçevesinin bir düşünürü, iktisatçısıdır. O düşünürler şunu berraklaştırdılar: “Rantiye”, toplumun verimlilik artışına katkısı olmayan ama kapitalizmde yer tutmayı beceren, üretimin veriminden (prodüktif karakterinden) hakkı olmaksızın pay alan birisidir. Öncüsü, amcası sayılacak David Ricardo daha 1817’de, rantiyenin kapitalizmin gelişebilmesi için “fuzuli” bir şey olduğunu yazmıştı. Kapitalizmin şahlanmaya başladığı dönemdi.
Zaman ilerledi ve kapitalizm emperyalizm aşamasına erişti ve oradan 1929-30’a gelip Büyük Buhran’a ve “Depresyon”a girdi. Sınıf yapısı keskin çizgilerle teşhis edilebiliyordu. Ve rantiyenin orada, çeşitli kulvarlarda yer tutmayı bildiği görülüyordu. Üretim araçlarının artmasıyla istihdamın ve gelirlerin artacağını bilen ve adeta bu sorumluluğu taşıyan “gerçek” yatırımcıdan tümüyle farklı, verime katkı yapmayıp servete koşan ama toplam verimden pay alabilen karakteriyle! Bunu en çıplak biçimde bir 20. yüzyıl liberali olan J. M. Keynes yazdı (1936). Rantiye için “ötenazi” önerdi!
Bu bilgiler bize lazım mı? Çok lazım.
NE İLE KOŞUYOR?
Rantiye varlık fiyatları ile koşuyor. Bu arazi olur, hisse olur, altın olur, döviz olur, fark etmez. “Mevcut”, “yeni” değil, mevcut varlıkları, gelecek büyük fiyat artışlarını bekleyerek ya da (daha ilginci) öğrenerek almak, günlük Türkçe ile kapatmaktır. Kısaca, mevcut varlık fiyatları rantiyenin fiyatlarıdır. Onun için maliyetsizdir. Onun “yeni” yatırıma değil, servete koşusunun fiyatlarıdır. Bunlar koşmaya başlayınca öteki fiyatları (özetle TÜFE’dekileri) sürüklerler. Yani, tersi değildir. Enflasyon koşusunda önce domatesin sonra arazinin fiyatı artmaz. Önce “mevcut varlıklar”ın fiyatları artar, sonra domatesin. Yaşadıklarımızı düşünelim, görürüz.
Bu tablo gelişmiş kapitalizmde, en gelişmişi olan ABD’de farklıdır. Orada varlık fiyatlarını Wall Street belirler. FED ile aralarında gelenekselleşmiş “muhabbet” Wall Street’in gazdebriyaj-frene hâkimiyetini sağlar. Rantiye bunu bilir. Varlık fiyatları (servete koşusu için fiyatlar) ile halkın fiyatları (halkın tüketimi için fiyatlar) arasında “etkileme süresi” kısa ve çabuk değildir, yıllar sürebilir. 2009’dan 2019’a kadar sürdü. Halk o sürede bir TÜFE enflasyonu yaşamadı. Borçluluğun yükünü taşıyordu, başka bir cefa yaşadı. Amerika’daki rantiye de sefasına (bizim medyanın merakı olan “kafeleri doldurmaya”) devam etti. Halk için enflasyon orada üç yıl kadar önce başladı.
Burada tablo farklı. Bizim rantiye, kapitalizmimizin vazgeçilmez elemanı.
Önce “özelleştirme” ile ona devletetopluma ait tesisleri, kaynakları verdiler. Sıfır maliyet sayılacak bedellerle bunları mülkiyetine geçirdi. Eski deyişle, böylece neşvünema buldu. Ve son 20 yılın siyaset-sermaye “ittihadı”nda merkezi bir role oturdu. İkili “mecburiyeti” var: Siyasete ve sermayeye karşı. Ülkenin 20 yıl önce giydiği modelin bir uzvu. “İttihat” ne için? Hem bir tür kapitalizm olacak hem de Cumhuriyetten farklı bir “siyasal proje”nin zemini beslenecek. Birliktelikte çatlaklar olmamalı. Kısaca, Wall Street Amerika’sında değiliz.
BİR KKM GÖRDÜ, HAYATI DEĞİŞTİ
KKM’yi daha önce yazdım. Yinelemeyelim. KKM ile kapitalizmimiz bir tarih yazdı. Ucuz faizle tetiklenen kredilerin önü açıldı. “Dolar”sız kalıveren bir dolarizasyon ekonomisinde “dolar” kuru üzerindeki baskıyı hafifletmek, frenlemek her şeyden önce “ittihad”ın “sürdürülebilmesi” için ölüm-kalım meselesiydi. Buna odaklanıldı. TL ucuzladıkça ucuzladı, coşan TL krediler ile “varlıklar”a doğru hücuma kalkan bir tür TL’li “carry trade” başladı. Önce gayrimenkul fiyatları patladı. BIST onu izledi, indeksin yıllık artış hızı yüzde 150’ye vardı ve oraya oturdu. Dünyanın tüm borsalarının düştüğü dönemde yaratılan hıza bakın! Gayrimenkul fiyatları bir zirveye, limite ulaştı, doydu. BIST’in hızı devam etti ve ediyor.
Rantiye bir zümreden mi ibaret? Yoksa, kapitalizmimize bir hâkim özellik olarak yerleşen bir “rantiye davranışı”nı mı konuşmalıyız? Sermayenin tüm katmanlarına yayılmış, tümünü adeta yatay kesmiş bir hâkim davranış. Servete bununla koşuldu, gökten düşmüş gibi cazipti, benzersizdi. 2021’in sonlarında başlayan filmdeki itici güç, üretime de bir sızıntı olarak yansıdı. Ülkenin üretkenliğini artıracak yeni bir yatırım hamlesi, bir yepyeni donanım düşüncesi ve pratiği doğmadı. Doğamazdı. Tesislerin, işyerlerinin kapasite kullanımı geçici olarak yükseldi. Ekonominin büyüme hızı sayılarına bu yansıdı. İktidardakiler bu “büyüme hızı” ile övündüler.
ENFLASYON, DEFLASYON
2023 Mayıs seçimine eriştikten ve siyaset-sermaye “mutabakatı” tam olarak yerine getirildikten sonra sahne değişecekti. Zamanı gelmişti. Enflasyon senaryosundan deflasyon senaryosuna geçiş başlayacaktı. Ekip değişti. Deflasyon ekibi geldi. Enflasyonda sermayeye kaynaklar hızlı koşan fiyatlarla aktarılmıştı, bölüşüm tablosu bununla uyumlu değişmişti. Birinci perde orada kapanıyor. Şimdi ikinci perdede, deflasyonda fiyatların hızı yükselen faizlerle (kapitalizmin hidrolik freniyle) kesilecek, enflasyonda doğan “açıklar” deflasyonun birinci turunda ücretlerden ve kalmışsa emeğin tasarruflarını tüketerek ödenecek, ikinci turda, yavaşlayan fiyatlarla yavaşlayan büyüme hızı sermayeyi de “ağır başlı” olmaya yöneltecekti. Sermaye artık “Aferin, enflasyonla mücadele ediyorlar, başarıyorlar” diyecekti. İflas eden işyerlerine, ister küçük ister büyük karışmayız. Amerika’da değiliz! Şimdi yavaş yavaş birinci turdan ikinciye geçme hazırlığı zamanındayız.
Faiz gelirinin iki öğesi var. Bir, faiz. İki, yükselen varlık fiyatlarıyla sermayenin havadan (“uyurken”) elde ettiği kazanç. İngilizcesi, “capital gains”. Bunu Amerika’da vergilerler. Bizde, fantastik enflasyon senaryosundan sonra bankalar ve şirketler dahil tarihi büyüklükte elde edilen kazancı, yani geniş anlamda rantiye kazancını vergilemek akla gelemezdi. Maazallah, akla gelmesi bile siyaset sermaye ittihadını sarsar, çatlatabilirdi!
Gelelim “deflasyon senaryosu”ndaki faiz gelirine. Deflasyonda, yani fiyatların hızı gitgide kesilirken rantiyenin gelirinde azalma olmamıştır. Öteki gelir gruplarına göre artmış durumdadır. Enflasyondan devralınan kazanç onun bir çeşit “stok”udur. Deflasyon faizleri yükselttikçe, geliri içindeki faiz kaleminde de bir eksilme olmaz.
Bu enflasyon-deflasyon sahnesinde “ödemekle yükümlü eleman” olan ücretlilere gelince. Birinci perdede varlık enflasyonu ile siyaset-sermaye ittihadı arasında pekiştirilen “antisosyal kontrat”, enflasyondan devreden “nimetleri” ile ikinci perde olan deflasyonda güvence altındadır. Bunu bir kenara yazalım. Enflasyon koşusunda payı küçülen ücretliler ise (hatta geniş bir kavram olan “hanehalkı” diyelim) o perdede ekonomideki açıkları ödemişlerdi. Şimdi, deflasyonda “ağır dozda ‘monetarizm’” baskısı altında yeni “ödeme yükümlülükleri” vardır.
Bir de ücret gelirlerine bakalım. Ücretli enflasyonda yükselen fiyatlarla temel ihtiyaçları için tüketim yapmıştır. Yapabildiği kadar. Geliri yetmeyince “ihtiyaç kredileri”ne başvurmuştur. Deflasyon ekibi buna bakarak “Amma çok tüketim yapmışlar. Enflasyonun sebebi onlar” diyor! Deflasyon yükselmiş olan TÜFE fiyatlarını uyguladığı (ve uygulayacağı) ağır dozda monetarizm ile düşürmemiş, sadece fiyatların hızını kesmiştir. Fakat ücretlerin satın alma gücünü kısmış, ihtiyaç kredileri yolunu da kapatmıştır! Deflasyonun ücretlilere göre tanımını yapmak gerekirse şöyle denilebilir: Ücretlerin satın alma gücünün “olmamaya doğru” gidişine “deflasyon” denir! Düşünelim. Toplayalım. Deflasyon ekibi başından itibaren “reel olarak” ne diyor? Şu ücretler olmasa ekonomiyi gül gibi idare edeceğiz, diyor mu, demiyor mu?
İktisatçı aynanın arka yüzüne geçsin mi? Geçmesin mi?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- MHP'de 3 milletvekilinin istifası istendi!
- 2'si ağır, 3 polis yaralandı!
- Uğur Dündar'ın 'babalık' davasında karar çıktı
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Storm Shadow füzesi Rusya'ya ateşlendi!
- Mauro Icardi'den Wanda Nara açıklaması!