Bedri Baykam
Bedri Baykam bedri.baykam@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Tarihi ölümcül hatadan ders alındı mı?

29 Kasım 2018 Perşembe

Biliyorum, bu konuyu daha önce ele aldık; ama bugün tekrar yazıyorsam, geçmişte yapılan dev hatalardan ders almamız için... Kâbus gibi görünen yerel seçim geldi çattı. CHP bir yandan adaylarını konuşuyor, bir yandan da başta İYİ Parti olmak üzere, kiminle ittifak yapabileceğini düşünüyor. Milletvekilleri dahil siyasilerin, sorumsuzca “yerel” sıfat kovalamayı bir inat konusu olarak görmeleri, Türkiye’yi demokratik açıdan çıkmaz sokağa taşıyan bugünkü ağır bunalımı getirdi.
Herkesin sözde şikâyet ettiği tek adam yönetimi, kendi başına gelmedi. Öncelikle, Ecevit’in 1980 darbesi sonrası, solun tekrar CHP çatısı altında birleşmemesi için verdiği olağandışı çaba, parçalanmanın ana temeli. Ama 1994 Yerel Seçimleri öncesinde yaşanan ibret vakaları da bugün Türkiye’de siyasetin durma noktasına gelme nedeni.
1993’te “Taban Operasyonu” adını uygun bulduğumuz, 1994 Yerel Seçimleri öncesi sosyal demokratları birleştirme hareketini başlatmıştım ve katılım çığ gibi büyümüştü. Ne var ki halkın nabzını tutamayan SHP, CHP ve DSP birbirleriyle uğraşmaktan, gerçek politik ortamın tuzaklarını göremiyorlardı. Taban Operasyonu olarak, ağustosta bütün Kemalistleri ve sosyal demokratları bu kritik yerel seçimden önce birleştirmek için çağrımızı yaptık. İmzacılar arasında artık aramızda olmayan çok değerli isimler vardı: DİSK Başkanı Kemal Nebioğlu, ÇYDD Başkanı Türkan Saylan, Ahmet Taner Kışlalı, Suphi Baykam, Onat Kutlar, Mustafa Ekmekçi, Oktay Ekinci, Aysel Ekşi, Erdal Öz, İlhan Arsel gibi... Ayrıca Alev Coşkun, Erol Tuncer, Ceyhan Mumcu, Rutkay Aziz, Doğan Taşdelen, Genco Erkal, Melike Demirağ, Fatma Girik, Necla Arat, Zeynep Oral, Arif Keskiner, ÇYDD, ADD, Mülkiyeliler Birliği, Mimarlar Odası, Veterinerler Odası, ÇASOD, UPSD, o günlerde çok faal olan Devinim Dergisi ile sayısız değerli isim ve kurumun imza verdiği bu tarihi hareketin deklarasyon ve basın toplantılarında vurgulananlar şunlardı: “(...) Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve yaşama nedenlerinin temel ilkeleri hızla yok edilmek istenmekte ve ülkenin bütünlüğüne yönelik saldırılar devam etmektedir. Eğitimde, kültürde, insan hak ve özgürlükleri alanında çağdaşlık karşıtı akımlar, örgütlü biçimde yıkıcı eylemlerini artırmışlardır. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin korunması, demokratik siyasal yaşamımızda gündemin ana sorunu konumuna gelmek durumundadır. (...)
Yaklaşmakta olan 1994 Yerel
Seçimleri’nden önce tabanın istemi olan birleşme konusunda sosyal demokratların kaybedecek vakitleri yoktur. Bu amaçla adı geçen partilerin özveri ve uzlaşma içinde yakınlaşıp ivedi, yapıcı bir diyalog içine girmeleri demokrasi açısından, dilekten öte bir zorunluluktur.”
Ecevit ilk günden faks çekti: “Bizi kesinlikle yok sayın!” Baykal ve Karayalçın’la olan kişisel temasları ben yürüttüm ama bir türlü CHP’yi de SHP’yi de ikna edemedik. Herkes kendi partisine daha fazla sandalye istiyordu. Bizler ise, konunun belediye değil, orta vadede ülkenin rejimi olduğunu söylüyorduk: “Ya birleşin, ya ittifak yapın ya da birbirinize rakip olmamak için alan paylaşımına gidin”. Bu arada partilerin il ve ilçelerini, kurultaylarını gezerek “birleşin” derken, bazen şiddete varan bir taciz yaşıyorduk. Çünkü hiç kimse, mesela “Şişli Gençlik Kolları Başkanı” sıfatını bile kaybetmeye hazır değildi. Koca Cumhuriyetin geleceği, üçüncü plandaydı!
Yalvarmalarımıza rağmen, İstanbul’da CHP Ertuğrul Günay’ı, SHP Zülfü Livaneli’yi ve DSP Necdet Özkan’ı aday yaptı. Sonuç acıydı. Üç partinin toplam oyu yüzde 34.8 iken Tayyip Erdoğan yüzde 25.19’la koltuğu kaptı. (DYP+ANAP da yüzde 42.6’yı buluyordu!)
Ankara’da ise durum daha dramatikti. SHP (Korel Göymen), DSP (Faruk Sarıkaya), CHP (Ali Dinçer) oyları toplamda 36.8 olmasına rağmen, elbirliğiyle 20 yılı aşkın bir süre devam edecek Melih Gökçek hükümranlığına 27.4 ile geçit verdiler! (SHP ve CHP toplamı bile yüzde 29 ediyordu.)
Merkez sağda, ANAP-DYP de, aynı bölünmelerle RP’nin gerisinde kaldı! Böylece sağ ve sol, RP’nin en az 2.5 katı toplam oylarına rağmen, hırslarına yenilip sahneyi bugün hedefi olduğumuz anti-demokratik çöküşe sunmuş oldular! Ardından her seçim benzer hatalarla oylar bölündü. Örneğin 1999’da CHPSHP birleşmesinden sonra CHP Karayalçın’ı aday yapınca, DSP buna CHP’ye küsen Doğan Taşdelen ile yanıt verdi. Sonuç: yüzde 10 farkla alınacak seçim, yüzde 2’den az bir oyla kaybedildi. Yine tüm ikazlara rağmen!
VE BUGÜN: Eski CHP İstanbul İl Başkanları, aylardır tekrarladığımız vurguyu yapıyorlar: “Önseçim yapılmadan İstanbul kazanılamaz!” Peki CHP buna fiili olarak ne yanıt veriyor? “Her şeyi en iyi biz biliriz, örgüte sormaya gerek yok.” Muharrem İnce’nin teklifi de böylece güme gidiyor. Bu arada sırf kendi adaylık şansları artsın diye, İYİ Parti ittifakına ve yine alan paylaşımlarına dudak bükenleri de biliyoruz.
Geçmiş felaketlerden ders almamayı bir yaşam tarzı, hatta varoluş nedenleri haline getirenlerin dikkatine, saygıyla sunulur!

Reklamlar izlenmesin isteyen reklamcılar!
Beynimi tırmalayan konu: TV’lere reklam verenler, dev bütçeler harcıyorlar. Kimisi sıkıcı olsa da, bazıları bizi ağlatabiliyor ya da güldürebiliyor. Ama, bir programın ardından reklamlar girerken, ses en az yüzde 35 oranında artıyor! O anda her evde aynı ses yükseliyor: “Ya ne bağırıyor bu böyle! Kesin şunun sesini zaten reklam girdi, program başlayınca açarız.” Dün reklamcı bir dostuma konuyu sordum: Reklamlar önemli ve pahalı olduğu için, algısı, etkisi adına bu yapılıyormuş (!). Gerçekten pes! Bana göre hava hoş, ama reklam veren her firma bilsin ki, bu saçma yöntem hatası yüzünden, reklamları daha iyi izlenmiyor... En az yüzde 60 oranında HİÇ izlenmiyor!

‘Çarpışma’ya tebrik
Ne yazık ki, televizyon başında öyle sürekli dizi seyretmek için ayırabileceğim bir zaman yok. Ama tabii ki arada, başarılı bir film veya dizi, insanı gece yarısı televizyona kilitleyebiliyor. Evvelsi akşam yine zaping yaparken Show TV’de Kıvanç Tatlıtuğ’un başrol oynadığı “Çarpışma” dizisinin ilk bölümüne yakalandım.
Yıllardır eleştirdiğim birçok zaaf, yönetmen Uluç Bayraktar’ın önümüzde hızla akan görüntülerinde yoktu. Her figüran ve başta Tatlıtuğ olmak üzere her oyuncu rolünün hakkını veriyordu. Senaryo ve diyaloglar çok güçlüydü. Her sahne alkışı hak ediyordu. Ben tekrar zor denk gelirim, ama sizlere tavsiyemdir!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları