Barış Doster

Cumhuriyet, hâkimiyet, hükümet

23 Şubat 2019 Cumartesi

Yerel seçimlere sayılı günler kala, seçimleri “beka meselesi” olarak gören iktidar bloku ile muhalefet arasındaki rekabet keskinleşti. “Zillet, illet, hain, darbeci” sözleri sık kullanılıyor. Dışlayan, ötekileştiren, düşmanlaştıran, şeytanlaştıran üslubu tercih ediyor iktidar sözcüleri. Gerek belediyelere, gerek ekonomiye ilişkin yeni bir reçete sunamadıkları için, “beka” söylemini öne çıkarıyorlar. “Ben olmasam, ülke bölünür”, “Muhalefet gelirse, memleket parçalanır” diyorlar, demeye getiriyorlar. Oysa bu tutum, temelde demokrasinin nasıl anlaşıldığına ilişkin bir çarpıklığı ortaya koyuyor. Birlikte düşünelim…
Malum, demokratik bir düzende egemenliğin kökü, kaynağı, sahibi millettir. Egemenlik seçimle değişmez. Atatürk’ün ifadesiyle “Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir”. Demokrasilerde seçimle değişen hükümettir, iktidardaki partidir. Yani; hâkimiyet değişmez, hükümet değişir. Hâkimiyetin sahibi olan millet, egemenliğini yetkili organlar eliyle kullanır. Seçimle iktidara gelenlerin de, çoğulcu bir anlayışla, demokratik ilkelere ve hukuk devleti esaslarına uyarak, sonraki seçimlere kadar ülkeyi yönetmesi beklenir. İktidarı seçme hakkı, halka verilmiştir. Halka verilen bu hak da, halkın siyasilere sınırlı ve süreli olarak verdiği yetki de, Cumhuriyete karşı kullanılamaz.

Peki, sorun ne?
Sorun, iktidarların kendilerini milletin yerine koymalarıdır. Hâkimiyetin sahibi olmaya çalışmalarıdır. İktidardaki parti olarak değil, milletin sahibi ve efendisi olarak davranmalarıdır. Diğer tanımlarının yanında, “milletin hükmi şahsiyet kazanmış hali” olarak da tanımlanan devletin yerine geçmek istemeleridir. Aydınlanma şehidimiz Ahmet Taner Kışlalı’nın şu sözlerini anımsayalım: “Amaç elbette ki demokratik bir cumhuriyettir. Demokrasi adına cumhuriyetten vazgeçmek söz konusu olursa, demokrasi de zaten ölür. Eğer Cumhuriyetin temel kurumları korunmuş ise demokrasinin yeniden yeşermesi olanaklıdır. Demokrasileri cumhuriyetçiler kurmuştur, cumhuriyetleri demokrasiler değil”.
Tarihsel ve siyasal olarak Cumhuriyet, ülkemizde ulusal ve sol bir projedir. Eşitlikçi ve aydınlanmacıdır. Siyasal bilinç sahibi yurttaşların rejimidir. Halkçıdır, kamucudur, toplumcudur. Dinsel, etnik, mezhepsel kimliklerin siyasallaşmasına; üst kimliğin, ortak kimliğin, ulusal kimliğin yerini almasına karşıdır. “Demokratlığına halel getirmemek için” mezhepsel bağnazlığa, etnik ayrılıkçılığa karşı çıkmayandan; emperyalizmin ülkemizde ve dünyadaki saldırganlığına direnenleri “paranoyaklıkla, dinozorlukla” suçlayandan; ulusal egemenliği, yurtseverliği “ırkçılık, faşizm” olarak horlayandan sağlam Cumhuriyetçi olmaz. Sınıfsal çelişkiyi, toplumsal dayanışmayı, emeğin yüceliğini, kapitalist sömürüyü ağzına almaktan kaçınırken, tarikatları, cemaatleri sivil toplum örgütü sayanların da Cumhuriyetçilikle ilgisi yoktur.
Cumhuriyetçilik; millici tutumu da, yurtseverliği de, aydınlanmacılığı da, devrimciliği de, yurttaşlık bilincini de, eşitlik iddiasını da, antiemperyalizmi de içerir.
Kıssadan Hisse: Atatürk’ün şu sözü, Cumhuriyetin sınıfsal ve toplumsal yönünü ortaya koyar: “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir”.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları