Ayşegül Yüksel

Nasıl yorumlamalı?

24 Temmuz 2018 Salı

Devlet Tiyatroları (DT) ile Devlet Opera ve Balesi (DOB), bağlı oldukları 1949 tarih 5441 sayılı (DT) ve 1970 tarih 1309 sayılı (DOB) kuruluş yasalarından kimi bölümlerinin 9 Temmuz’da 703 sayılı KHK ile kaldırılmasıyla yasal boşluğa düşmüştü. Ne ki 15 Temmuz’da yayımlanan 4 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
11. Bölümü’nde yer alan belirlemelerle bu iki kurum yeniden yaşama geçti. Böylece, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı, ‘tüzel-kişiliği haiz’ özel bütçeli genel müdürlük statüleri -eskiden olduğu gibi- korunmuş oldu. Arada geçen 6 gün içinde, DT ve DOB’un yaz sezonunda olmalarına karşın, sanat çevrelerinden sert tepkiler gelmişti.
Nasrettin Hoca’nın eşeğini yitirip bulmasını anımsatan bu gelişmeden amaç neydi? Cumhuriyet Türkiyesi’nin bu iki temel kurumunu bağlı oldukları özgün tarihsel yasalardan koparıp, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin istemine bağlamak mıydı? Böylece, kurumsal değişikliklerin ‘siyasal erk’ tarafından artık çok kolayca yapılabileceği mi gösteriliyordu? Sözgelimi, 2014’ten bu yana gündemde olan Türkiye SanatKurumu (TÜSAK) yasa tasarısı ya da benzer bir düzenleme doğrultusunda, DT ve DOB sanatçılarına sundukları ‘yapım projeleri’ bağlamında parasal destek sağlanarak, ortaya konan/konacak sanat edimini ‘özelleştirme’ yolunda atılmış/ atılacak adımın sağlamlaştırılması mıydı söz konusu olan? Dahası, Cumhurbaşkanlığı’nın ilgili kararnamesinde bu kurumların genel müdürlerinin ‘sanatın içinden gelen’ ya da ‘sanat eğitimi geçmişi olan’ kişiler arasından belirlenmesi koşulunun ortadan kaldırılması ve genel müdürlüklere ‘dışardan’ atama yapma olanağının doğmasıyla, ‘siyasal erk’in öngördüğü/öngöreceği değişikliklere karşı çıkacakların yaratacağı pürüzlerin ortadan kalkması mı isteniyordu?
Gerçek amaç ne olursa olsun, devlet ile sanat arasındaki ilişkide, devletin baskısının artacağına ve sanatın özgürlüklerinin kısıtlanacağına ilişkin düşünceler pekişmektedir. Sahne sanatlarına yakınlık duymadığı öteden beri bilinen gündemdeki siyasal erkin ilk yıllarında, sanat alanlarıyla -kazanç getirmeyen kurumların özelleştirilmesi düşüncesi dışında-çok da ilgilenilmemiş, ne ki 2009’dan bu yana ödenekli sanat kurumları ve sanatçıları üstündeki baskılar artmış, özel tiyatroların ‘kafa tutarcasına’ hareket edenleri de devlet desteğinin kapsamına alınmamıştır.
Son gelişmeden anlaşılabilen, tiyatro ile siyasal erk arasındaki çelişkili ilişkinin sancılı bir sürece girdiğidir. Tarihte hep yaşandığı gibi... Tiyatro toplumun yaşamını, arayışlarını, yönelişlerini, özlemlerini yansıtan pahalı ve zor bir sanattır. Tiyatronun hem devletin parasal desteğine gereksinimi vardır, hem de doğası gereği devlet baskısından özgür olmak ister. Bu nedenle, devletin denetleyici (tutucu) konumu ile tiyatronun ilerici özü arasında ‘duyarlı dengeler’in kurulması özlenir. Tiyatro ve devlet, tiyatro tarihi boyunca zaman zaman birbirini destekleyerek el ele yürümüş, kimi zaman da çatışmıştır.
Osmanlı Sarayı geleneksel tiyatroya bir ölçüde sahip çıkmıştır. Ne ki, devletin koruyucu desteğinden yararlanan popüler halk tiyatrosunun politik-toplumsal eleştiri gücü, kimi hoşgörülü dönemlerde parlamışsa da, devletle ters düşme kaygısı nedeniyle genel olarak sınırlı kalmış, İstibdat döneminde ise Saray tarafından bütünüyle bastırılmıştır.
Politik baskı tiyatro üstünde etki gücüne sahiptir. Bu güç, tiyatronun politik değişim oluşturma yönündeki baskı gücünden çok daha büyüktür. Yine de korkulmaktadır tiyatrodan. Son 70 yılda da tiyatromuzun zaman zaman ‘zararsız bir eğlencelik’ durumunda kalması yeğlenmiş, çeşitli politik baskı dönemlerinde ise toplulukların ve sanatçıların sindirilmeye çalışıldığı görülmüştür/ görülmektedir.
Şimdi de bekleyeceğiz ve göreceğiz...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Öteki’nin dramı 22 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları