Ayşe Emel Mesci

Olmak ya da olmamak...

29 Şubat 2016 Pazartesi

Toplumda zor kullanma tekelinin tepesinde oturanlar, insanları özgürlüklerinden haksızca yoksun bırakma noktasına niye geliyorlar? Onların da bir ‘olmak ya da olmamak’ sorunları var.

Yılmaz Güney’in son filmi olan “Duvar”ın kadınlar koğuşu bölümü benim Adapazarı Cezaevi anılarımdan yola çıkılarak hazırlanmıştı. Filmi seyredenler hatırlayacaktır, af söylentileri ayyuka çıkınca tutuklu Roman kadınlar her şeyi bırakıp oynamaya başlarlar. Gerçekten de Adapazarı’ndaki son dönemde “Af çıkacak” sözü, türlü çeşitli göbek havalarının, 9/8’lik aksak ritimlerle yapılan muhteşem dansların vazgeçilmez nakaratıydı. Sonra gerçekten af çıktı ve ben tahliye edildim. Bir yanımda sevinç vardı, özgürlüğüme, aileme, sevdiklerime kavuşmak düşüncesi vardı; diğer yanımda hüzün... Çünkü uzun süredir anne-kız gibi koğuş arkadaşlığı yaptığımız sevgili Behice Boran’ı geride bırakıyordum. Cezaevinden ayrılırken yaşadığım burukluğu hâlâ unutamam.

Burukluk
Yıllar sonra cezaevi camlarının diğer yanına geçmek zorunda kaldım, kızım gazeteci Zeynep Kuray, başka meslektaşlarıyla birlikte, yapılmış ve yayımlanmış haberlerden derleme bir iddianameyle tutuklandı ve yargılanması 1.5 yıl tutuklu olarak devam etti; sonra salıverildi, ama mahkeme halen sürüyor.
Zeynep de tahliye olduğunda tam sevinememişti, çok iyi gördüm bunu. Aklı içeride kalan meslektaşlarındaydı.
Sevgili Can Dündar ve Erdem Gül de 92 gün tutukluluğun ardından tahliye edildiklerinde, ilk vurguladıkları konulardan biri geride 30’dan fazla tutuklu gazeteci kaldığı oldu. İçlerinde bir burukluk olduğu belliydi. (AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği kararın özellikle “basın hürriyeti hakkını ihlal” gerekçesinin Zeynep’lerin ve diğer gazetecilerin mahkemelerinde sadece tutukluluk hali için değil, nihai hükümler bakımından da emsal teşkil etmesi gerektiğini düşünüyorum.)

Aydınların bilinci
Demek bu ortak bir his... Günümüzde çok kızılan, suçlulaştırılan, hedef gösterilen aydınların bilinci, sadece kendi uğradıkları haksızlığın değil, toplumdaki genel adaletsizliğin giderilmesini talep ediyor, yeri geldiğinde kendi değer sınırlarının dışına hiç çıkmadan özgürlüklerini de bu uğurda tehlikeye atabiliyorlar. Çünkü karşılarındaki güç odaklarının adaletsizliğe, haksızlığa, yolsuzluğa karşı çıkanı özgürlüğünden yoksun bırakabileceğini bilerek atıyorlar adımlarını. Gerçek aydın için bu bir “olmak ya da olmamak” sorunudur. Peki, toplumda zor kullanma tekelinin tepesinde oturanlar, insanları özgürlüklerinden haksızca yoksun bırakma noktasına niye geliyorlar? Yanıt basit: Onların da bir “olmak ya da olmamak” sorunları var. Macbeth’in cadılarının sözleri bir kere girmiş kulaklarına ve yoldan çıkmışlar, geri dönüş olanağı bulamıyorlar. Yola devam etmekten, tüm frenleri boşalmış bir kamyon gibi ufukta beliren duvara doğru son sürat gitmekten başka yapacak bir şey kalmadığını düşünüyorlar. Çünkü aydın bilinci “olmak ya da olmamak” şiarını insanlık için kullanıyor, onlar kendileri için... Bu yüzden kendilerini çok akıllı hamleler içinde tasavvur ederken, dışarıdan bakanlara tam bir “akıl tutulması” resmi çiziyorlar.
Akıl tutulmasının da resmi olur mu demeyin. Turhan Selçuk çizince oluyor işte...
Can’a ve Erdem’e tekrar hoşgeldiniz diyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları