Ayşe Emel Mesci

Franz Kafka: Yüzyılın kâhini

02 Eylül 2024 Pazartesi

20. yüzyılda insanlığın temel kaygılarını, bunaltılarını ve dehşetlerini en iyi yansıtan yazarlardan biri olan Franz Kafka, 1883 yılında Prag’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Evinde Almanca konuşulan azınlık mensubu Kafka, kısa yaşamı (1883-1924) boyunca kültürler arasında kalmanın sıkıntısını çekti belki ama bu durum onun yaşadığı çağa bambaşka gözlerle bakmasını sağlayan etkenlerden de biriydi.

KAFKAESK BİR DÜNYA

“Dönüşüm”, “Dava”, “Şato”, “Ceza Sömürgesi” gibi ölümünden sonra geçen yüzyılda sadece edebiyatseverlerin dünyalarında değil, zamanın ruhuna yönelik algıda da iz bırakmış bu eserleri, Kafka’nın yakın dostu olan Max Brod’a borçluyuz. Bu da gerçekten tarihin bir ironisi. Kendisi de önemli bir yazar, çevirmen ve bestekâr olan Max Brod (1884-1968) daha çok Franz Kafka’nın yakın arkadaşı, biyografi yazarı ve Kafka’nın kitaplarını yayımlayan kişi olarak tanınmıştır. Kafka’nın Brod’dan isteği, bütün yazdıklarının ölümünden sonra yakılmasıydı. Arkadaşını “zamanımızın en büyük yazarı” olarak gören ve bu nedenle söz konusu vasiyete uymayan Brod, Kafka’nın el yazısı metinlerini ailesinden alarak yayımlamaya başladı. Bu sayede zamanın ruhuna yönelik algı (Max Brod, tanıdığı Kafka’ya hiç uymadığı için nefret ettiğini söylese de) “Kafkaesk” kavramından mahrum kalmadı. Bu terim yazarı değil, çağın bunalımını betimlemek için kullanılır oldu. 

KILIÇLI ÖZGÜRLÜK HEYKELİ

İnsanın, bireyin devasa bir iktidar mekanizmasının, akıl almaz ölçüde saçma ve bürokratik bir sistemin çarkları karşısındaki zavallılığını, çaresizliğini eserlerinde kurduğu kendine özgü dünyayla aktarmayı başaran Kafka’nın bu çizgideki metinlerinden biri de yarım kalmış romanı “Amerika”dır. Bu metin Kafka’nın 1911 yılında yazmaya başladığı ama tamamlayamadığı ilk romanıydı. 1914 yılına kadar üzerinde çalıştığı ve “Kayıp” adını vermeyi düşündüğü romanın fragmanı ölümünden sonra, 1927 yılında, Max Brod tarafından “Amerika” başlığıyla yayımlandı. Bu yarım kalmış romanın açılışında, Amerika’ya göç etmek zorunda kalan Karl Rossmann gemiyle New York limanına vardığında karşısında Özgürlük Heykeli’ni görür. Ama onun gördüğü heykelin yukarı doğru uzanan eli bir meşale değil kılıç tutmaktadır.

Romanın yazılmasının ve yayımlanmasının üzerinden geçen yüzyıllık sürede dünyamızda yaşananlara ve 68’lerin deyimiyle “dünya jandarması” ABD’nin konumuna bakınca (belki de yazarının niyetinden bağımsız olarak) neredeyse kehanet diye nitelenebilecek bir imge ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. 

Sanatın çağı okumakta idelojilerin, politikanın ve günün zihniyetlerinin nasıl üzerine çıkabildiğinin en güzel örneklerinden biri olan Franz Kafka’nın bu imgesi, tiyatro alanından bir başka kâhinin, Heiner Müller’in 1980 yılında yazdığı şu cümlelerde de yankısını bulmuştu: “Bugün, sanayileşmiş uluslar çağıdır; bir umut varsa geleceğin tarihi onlar tarafından yapılmayacaktır. Ama gelecekten korkmamızı gerektirecek bir şey varsa bu onların politikalarına bağlı olacaktır. ‘Yanlış’ veya ‘doğru’ kategorileri bir sanat eserinin özünü gözden kaçırmak demektir. Kafka’nın özgürlük heykeli elinde bir meşale değil kılıç tutar.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Issızlaşıyoruz 12 Ağustos 2024

Günün Köşe Yazıları