Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Yine ‘Tutukluluk’

14 Mart 2014 Cuma

Terör suçlarında tutukluluk süresinin on yıldan beş yıla indirilmesini öngören yasa onaylanır onaylanmaz, kimi kanlı katillerin bu arada Erhan Tuncel, Alparslan Arslan, Zirve Yayınevi katilleri Emre Günaydın, Abuzer Yıldırım, Cuma Özdemir ve Salih Güler’in ilk ağızda tahliye edilmeleri kamuoyunda büyük infiale neden oldu, kurbanların yakınları isyanlarını dile getirdiler.
Tepkileri anlayışla karşılasak da, olayda şaşacak yön olmadığını söylemeliyiz.
Tutukluluk sürelerinin kısaltılması (ki beş yıllık tutukluluk kısa değil, hatta makul bile değil, yine de uzundur) kanlı katiller için de geçerli olacaktır.
Ceza hukukunda, kanlı katillerin de sanık haklarından yararlanmalarından daha doğal bir şey olamaz.
Tarih boyunca, insan haklarının genişlemesi karşısında duran tutucu ve baskıcılar, hep devleti ve toplumu korumak, suçla mücadele etmek gibi kalkanların arkasına saklanarak, bu alanda gelişmeyi engellemeye çalışmışlar ve ne yazık ki, çok halde başarılı da olmuşlardır.
Örneğin ABD’nin birçok eyaletinde, suçla mücadele etmek, suçluyu caydırmak adına ölüm cezalarının sürmesi yolu, kamuoyunun da desteğiyle tutulmuştur. Oysa bütün araştırmalar göstermiştir ki, ölüm cezasının caydırıcı hiçbir yönü yoktur. Suçları önlemede etkisi kanıtlanmış değildir.

***

Suç ile mücadele alanında, “sanığın haklarını korurken, kurban ve yakınlarının hakları hiçe sayılıyor” gibi tehlikeli, popülist, tutucu savlara karşı çok dikkatli olmalı, zaman zaman tatsız durumlarla karşılaşabileceğimizden korkarak, şiddet yolunu yeğlememeliyiz.
Makul sürede yargılanmak herkesin hakkıdır, masumun da, kanlı katilin de...
Biliyorum, bu şekilde söyleyince hoş gelmiyor, ama unutmayalım ki, suçla mücadele savını abarttığımız zaman bir sürü masumun hakkını ister istemez çiğneriz. Oysa ceza hukukunda ilke, bir suçsuzun haksız yerde içeri tutulmasındansa, bir suçlunun serbest kalmasının ehveni şer olmasıdır.
Ve unutmayalım ki, sert ve özel önlemler, çoğu ahvalde amaçlanan sonucu sağlamamıştır.
Hrant Dink davası bunun en güzel örneklerinden biridir. Anımsanacağı üzere Hrant Dink davasına bakan mahkeme, olayda örgüt bağlantısı bulunduğu kuşkusu taşıdığını, ama bunu kanıtlayamadığını itiraf etmişti.
Bu mahkeme özel yetkili bir mahkemeydi ve özel yetkili mahkemeler de örgütlü terör suçlarıyla daha etkin mücadele amacıyla kurulmuştu.
Kaldı ki, çoğu zaman, son olaylarda bizde de görüldüğü gibi, sakıncalar tutuklama süresinin kısalığından değil, yargılama sürecinin uzunluğundan kaynaklanmaktadır.

***

Devlet, sanığı makul bir süre içinde yargılamak yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. Devletin yargısı da bir nevi topluma karşı yükümlendiği bir hizmettir. Bu durumda, makul süre içinde yargılamayı yerine getirememek, devletin bir nevi hizmet kusurudur. Bu kusur hem sanık hem de mağdur ve yakınları açısından geçerlidir.
Devlet kendi hizmet kusurunu, vatandaşın özgürlüğünden kısıtlamaya giderek telafi edemez.
Yukarıda adı geçen ve tahliyeleri kamuoyunda huzursuzluk yaratan kişilerin durumlarına da yakından baktığımızda göreceğimiz odur ki, yargı pekâlâ süresi içinde sonuçlandırabileceği bir kovuşturmayı, davaları başka davalarla irtibatlandırarak, siyasi bazı iddialara mesnet olacak kararlar oluşturabilmek amacıyla, uzatıp içinden çıkılamaz hale getirdiği için kamunun vicdanını kanatan sonuç hasıl olmuştur. Yoksa bu davalar, Ergenekon ile irtibatlandırılmak için içinden çıkılmaz hale sokulmasalardı, şimdiye dek sonuçlandırılmış olacaklardı.
Bizzat Ergenekon davasının gerekçeli kararının yazılamaması da “torba iddianame”nin içine ne bulunursa atılarak, artık içinden çıkılamaz hale getirilmesinden doğmuştur.
Oyuna gelmeyelim. Demokrasilerde devletin hizmet kusuru vatandaşın hak ve özgürlüğü kısıtlanarak giderilmez.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları