Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Barış ve Çevre (02.09.2014)

02 Eylül 2014 Salı

İnsanlığın gördüğü en büyük yıkım olan 2. Dünya Savaşı’nı başlatan 1 Eylül 1939, Nazilerin Polonya’yı işgali hareketinin yıldönümleri, elli yılı aşkın bir süredir “Dünya Barış Günü” olarak idrak ediliyor. Dün birini daha kutladık.
Dünya Barış Hareketi’nin güçlü olduğu, barış uğruna büyük mücadeleler verildiği 20. yüzyılın ikinci yarısında dünya barışı o haldeydi, her iki blokun da kendine göre ayrı barış anlayışları ile ayrı barış günleri vardı, her iki taraf da karşısındakini barışın en büyük düşmanı olarak görüyordu.
Yani çağlar içinde, kalıcı ve adil barışın onsuz olmazı olan uzlaşma kültürü henüz kıvamını bulmamıştı, bloklar arasında egemen olan da barış değil, savaşmama haliydi.
O kadar ki, her iki tarafın da barış örgütlerine bakışları gülünçtü.
Seksenli yıllarda, Türk Barış Derneği’nin yöneticileri 12 Eylül yönetimi tarafından hapse atılıp, TCK’nin komünizme karşı getirilmiş 141 - 142. maddelerinden yargılanırlarken, Moskova’da kurulmuş iktidar yandaşı olmayan barış kuruluşunun üyeleri de kapitalist emperyalizmin ajanları olmakla suçlanıp hapis ediliyorlardı.

***

Neden barış hareketi 20. yüzyılın ikinci yarısında büyük önem kazandı?
Sorunun yanıtı savaş - barış diyalektiğinde yatar.
Her ne kadar, barış özleminin insanlık kadar eski olduğu söylenirse (ki, savaşları hep egemen sınıfların çıkardığı iddiası gibi bu da bir ölçüde doğrudur) insanlık tarihinin
çok büyük bölümünde, şan şeref, şöhret, servet, kısacası her türlü zafer barışta değil, savaşta aranırdı. Egemen sınıflar her alanda olduğu gibi savaş konusunda da yönettikleri insanları peşlerinden kanlı maceralarına sürüklemeyi başardılar.
Evet, savaşın bedelini emekçiler, yoksullar, çocuklar ve kadınlar ödüyorlardı. Ama bu olgu evrensel barış arayışlarını ön plana çıkaramadı yine de uzun süre.
Ve tarihin örgüsü savaş - barış diyalektiğinin doğrultusunda dokundu.
Yani her savaş içinde kendi barışını, her barış da içinde kendi savaşını barındırıyordu.
Bunun en parlak ve en son örnekleri 1. ve 2. Dünya Savaşları’dır. Daha dünya savaşı daha öncesinden bölüşüm hesapları yapılmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki anlaşmalar da bir sonraki savaşların tohumlarını taşıyordu. Örneğin Sevres, Kurtuluş Savaşı’nın ve Versailles da 2. Dünya Savaşı’nın tohumlarını barındırmaktaydılar.

***

Ama 50 milyonun yaşamını yitirmesine yol açan 2. Dünya Savaşı ve sonunda devreye giren nükleer silahlar, savaş - barış diyalektiğini kopardı.
Artık yeni bir savaşın barışı da olmayacaktı, galibi de.
Gelişmiş nükleer silahlar, iki tarafa da karşısındakini topyekûn yok etme olanağını sağlıyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, insanoğlu var olmaya başladığı andan o yana, yaşadığı en büyük tehditle burun burunaydı: Kendi kendini bir anda yok etme.
İnsanlığın yarım yüzyıla yakın bir süre, nükleer dehşet dengesi denen çok tehlikeli dönemi nefes nefese yaşaması, barış hareketini en ön plana çıkardı.
Yirminci yüzyıl kapanırken, bloklardan birinin çökmesiyle, tüm savaş tehdidi değil, ama bir anda tüm insanlığın topyekûn yok olabileceği nükleer savaş tehlikesi ortadan kalktı.
Ama insanlık yine rahat nefes alamadı. Çünkü 20. yüzyıldan beri var olduğu halde nükleer tehlike yüzünden biraz geride gibi görünen başka bir tehlike, insanların yavaş başlayan, sonra gittikçe artan bir ivme ile gezegeni üzerinde yaşanmaz hale sokacak davranışlarının doğurduğu tehlike ile birlikte çevre sorunları ön plana çıktı.
20. yüzyılın tehdidi nükleer tehditti, 21. yüzyılın tehdidi ise çevresel tehdittir. Ve bu yüzdendir ki, şu anda önem olarak çevreci hareket, barış hareketinin de önüne geçmiş görünmektedir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları