Alev Coşkun

İlk Meclis ve savaşta demokrasi

23 Nisan 2022 Cumartesi

Tuzaklar, isyanlar... Her türlü zorluğa rağmen tarihte bir benzeri olmayan ve yaklaşık üç buçuk yıl görev yapan bu Meclis, Kuvayı Milliye’yi yönetti, emperyalizme karşı savaşı yürüttü, kurtuluşu sağladı ve tüm bunları demokratik tartışma sistemi içinde gerçekleştirdi.

23 Nisan 1920 günü, Ankara’da Meclis’in açılması Milli Mücadele tarihimizin çok önemli bir dönüm noktasıdır.

Mondros Ateşkes Antlaşması sonucunda, 13 Kasım 1918’de, İstanbul yabancı güçler tarafından işgal edilmişti... Bu tarihten 1 yıl 4 ay sonra, 16 Mart 1920’de İstanbul’daki İngiliz askeri güçleri Harbiye Bakanlığı gibi stratejik noktaları ve Meclis-i Mebusan’ı bastılar. Mustafa Kemal’in “İşgal askerlerinin süngüleri altındaki İstanbul’da Meclis’in toplanması hatalıdır, işgal güçleri Meclis’i muhakkak dağıtırlar” öngörüsü gerçekleşmişti. 

İngiliz askerlerinin Meclis’i basmaları stratejik bir olaydı ve bundan sonra artık Milli Mücadele’yi güçlendirme ve yönlendirme tamamen Mustafa Kemal’in eline geçmiş oluyordu. 

Meclis’in basılması üzerine Mustafa Kemal, yayımladığı bildiride işgali protesto ediyor ve “Biz haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz savaşın kutsallığını biliyoruz ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşamak hakkından mahrum edemeyeceğine de inanıyoruz” diyordu. 19 Mart 1920’de tüm yurtta, her sancaktan beş milletvekili seçilmesini ve “Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis’in toplanacağını” bildiriyordu. 

Mustafa Kemal, milli egemenlik ilkesine dayalı olarak bağımsız bir devletin ilk kuruluş adımını gerçekleştiriyordu.

Ankara’daki bu devinim, İstanbul’daki emperyalist işgal kuvvetlerini pek rahatsız ediyordu. 10 Nisan 1920’de İstanbul Hükümeti, “Mustafa Kemal’i asi ve Kuvayı Milliye’yi bir isyan hareketi olarak suçlayan” bildirisini yayımladı. Hemen ardından Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin ünlü “Fetvayı Şerife”si yayımlandı. Bu fetvada Milli Mücadele suçlanıyor, “Kuvayı Milliye bir isyan olarak niteleniyor ve bu isyana katılanların öldürülmelerinin din kuralları açısından gerekli olduğu ve bu işi yapanların cennete gideceği” bildiriliyordu. Bu fetva, İngiliz uçaklarıyla Anadolu’da şehirlerin üzerine atılıyordu. 

Bir İngiliz savaş gemisi binlerce fetvayı Ege kıyılarındaki kentlere götürdü. The Times gazetesinin 19 Nisan 1920 tarihli sayısında, fetvanın Anadolu’nun çeşitli şehirlerine uçaklarla atıldığı belirtiliyordu. (E. Ulubelen, İngiliz Gizli Belgeleri, s.272.) 

ANKARA’YA YÖNELİŞ

İstanbul’da işgal sürecinin devam etmesi, milletvekillerinin ve aydınların tutuklanması karşısında Ankara’ya yöneliş başladı. Meclis Başkanı Celalettin Arif, ünlü yazar Halide Edib, Dr. Adnan (Adıvar), Yeni Gün gazetesi Başyazarı Yunus Nadi, Sinop Milletvekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Albay İsmet Bey (İnönü) gibi kişiler Ankara’ya yöneldiler. 

‘ÖNCE MECLİS’

Ankara’ya gelenler, aslında yıkık dökük, cılız, askeri ve ordusu olmayan bir Kuvayı Milliye önderiyle karşılaştılar. Gelenlerin kafalarında bir düşünce vardı... Evet Meclis açılacak ancak önce ordu kurulsa daha iyi olmaz mı?

İstanbul işgal altında, İzmir ve Ege işgal altında, Adana, Urfa, Antep işgal altında... “Önce ordu kurulsun” diyenler temelde bu gerçekleri öne sürüyorlardı.

Ancak Mustafa Kemal’in görüşü her şeyden önce Meclis’in açılması ve çalışmalarına başlamasıydı...

Yaşanan zor dönemi gazetemizin kurucusu Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları kitabında ayrıntılarıyla anlatmıştır.

‘MECLİS TEORİ DEĞİL GERÇEKTİR’

Bu zor durumun yanıtları Yunus Nadi’nin Kurtuluş Savaşı Anıları adını taşıyan kitabında veriliyor. Yunus Nadi, Mustafa Kemal ile Meclis açılmadan önce yaptığı konuşmada, bu konuları Atatürk’e açıkça belirterek “Ankara’da beni huzursuz eden en büyük şey ordunun yokluğudur. Eğer elimizde dayanacak bir ordumuz olmazsa bütün bu güzel düşünceler ve nazariyat (teori) suya düşüp gidebilir” diyordu. Açıkçası “Önce meclis mi yoksa önce ordu mu” sorusu en yakıcı konuydu. 

Mustafa Kemal, Yunus Nadi’ye, “Yunus Bey, aramızdaki en önemli fark şudur: Meclis nazariye (teori) değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. Bana göre önce Meclis, sonra ordu olacaktır” demiştir. Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye’yi halkla birlikte yürütmek ve “ulusal iradeyi” egemen kılmak istiyordu.

TUZAKLAR-İSYANLAR

Mustafa Kemal’in 19 Mart’ta Ankara’da bir meclis toplanacağı ile ilgili bildirisinden Meclis’in 23 Nisan 1920’de açılışına kadar geçen 35 gün, tuzaklar, zorluklar ve isyanlarla doludur...

İngilizler, Anadolu’da bir meclis açılırsa sonunda Kuvayı Milliyecilerin yeni bir devlet kurmaya doğru gideceklerini çok iyi biliyor, böylesi bir durumun İngilizlerin Asya’daki sömürge topluluklarını da etkileyeceğinin korkusunu yaşıyorlardı. 

Bu nedenle, Meclis açılmadan önce bu girişim yok edilmeliydi. İngilizlerin desteği, Padişah ve Sadrazam Damat Ferit’in kararı ile, Milli Mücadele’yi ilk aşamasında bastırmak ve yok etmek amacıyla Anzavur’un komutasında bir ordu kuruldu. Ayrıca bir başka işbirlikçi Süleyman Şefik Paşa’nın komutasında Kuvayı İnzibatiye ordusu kuruldu. İç isyanlar başlatıldı. 

Anzavur harekâtı, Marmara bölgesinde, Karacabey, Bandırma, Gönen, Biga, Düzce’de başlatıldı. Öte yandan Bolu ve Gerede’de başlayan isyan Ankara’nın ilçeleri Beypazarı ve Nallıhan’a sıçradı. Nallıhan, Ankara’ya 150 km, Beypazarı ise sadece 100 km uzaklıktaydı.

Ankara’nın elinde askeri birlik yoktu hatta gelen milletvekillerinin yatacakları ve yemek yiyecekleri yer yoktu. 

BİRİNCİ MECLİS

23 Nisan 1920’de açılan Meclis işte bu zorluklar içinde varlık gösterdi ve üç yıl görev yaptı. Mustafa Kemal, Meclis için “olağanüstü yetkiler taşıyan Meclis” deyimini şöyle kullanıyor: “Milletin bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri düşünmek ve uygulamak üzere olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis...”

Bu meclis, Gazi Meclis’tir. Milli Mücadele’yi yürüten Meclis’tir. Burada meclis hükümeti sistemi geçerlidir. Kuvvetler birliği sistemi geçerlidir. Sadece yasama ve yürütme yetkileri değil yargılama yetkisi de (İstiklal Mahkemeleri gibi) Meclis’te toplanmıştı. Bütün güçleri elinde toplayan Meclis ulusun temsilcisi ve yeni bir devlet için “kurucu iktidar” yetkisindeydi. Meclis yetkileri konusunda çok hassastı. Bakanlar tek tek Meclis tarafından seçiliyordu. Emperyalist işgalcilere karşı savaşan Kuvayı Milliye ordusunun başkomutanı da Meclis tarafından seçilmişti. Bunun tarihte bir başka örneği yoktur.

Bu konu, Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay kitabında geniş olarak işlenmiştir.

Samet Ağaoğlu Kuvayı Milliye adını taşıyan kitabında Meclis’in yetkilerini ileri sürerek bu duruma “Meclis diktatörlüğü” adını veriyor. Prof. Dr. Bülent Tanör ise Kurtuluş ve Kuruluş adlı kitabında “Meclis’in demokratik diktatörlüğü” deyimini kullanmıştır. (s.118) Meclis’te oluşan iradenin “savaş demokrasisi” yarattığını belirtmiştir. 

Tarihte bir benzeri olmayan bu Meclis, Kuvayı Milliye’yi yönetti, emperyalizme karşı savaşı yürüttü, kurtuluşu sağladı ve tüm bunları demokratik tartışma sistemi içinde gerçekleştirdi.

ÇEMBERE ALINAN ADAM

Meclis’in açıldığı günlerde, Mustafa Kemal için, “çembere alınan adam” deyimi kullanılıyor. (Ş.S. Aydemir, Tek adam, C.II. s.211.)

Gerçekten ne askeri ne ordusu var, üstelik tüm dünyanın süper güçleri cephe tutmuşlar, Halife Padişah onu asi ilan etmiş. Şeyhülislam onun “katli vacip” (öldürülmesi zorunlu kişi) olduğunu ilan ediyor. Hatta onu öldürenin cennete gideceği belirtiliyor. Dine dayalı söylemlerle halk ayaklandırılıyor. Gerçekten Mustafa Kemal sarılmış, çembere alınmış bir durumdaydı.

UĞURSUZ BİR İHTİMAL

Atatürk, Nutuk’ta “uğursuz bir ihtimal”den söz ediyor; Bolu, Düzce, Hendek, Gerede’de başlayan isyanların Ankara’ya yaklaştığını belirtiyor ve “Meclis’in bu nedenlerle toplanamaması ihtimali (olasılığı) korkunç bir yenilgi olurdu” diyor. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk ve karşıdevrim 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları