Ahmet İnsel

Satranççıya karşı tavlacı

10 Nisan 2018 Salı

Son yıllarda aşırı otoriter yönetimlere örnek verildiğinde, Rusya ve Türkiye birlikte anılıyor. İkisi de on beş yıldan fazla bir süredir iktidarda olan Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin, 21. yüzyılın demokrasi ve diktatörlük karması otoriter rejimlerine örnek olarak gösteriliyor. Yönettikleri rejimler için demokratür kavramı kullanılıyor.
İki liderin yönetim biçimleri arasında güçlü benzerlikler var. Bu konuyu ele alan birçok çalışma yayımlandı. Aralarındaki farklar da bir o kadar önemli. Rusya’nın coğrafi büyüklüğü ve petrol ve gaz rezervlerine dayalı rant ekonomisinin verdiği güç imkânları ile, hammadde yoksulu, düşük iç tasarruf nedeniyle dış finansmana bağımlı, coğrafi konumunu sürekli stratejik rant olarak kullanmaya çalışan Türkiye’nin muktedirine sağladığı güç olanakları farklı.
İki liderin tutum, kavrayış ve hareket tarzı da pek benzemiyor. Sanki bir yanda satranç oyuncusu, diğer yanda tavla oyuncusu var. Putin, önde gelen zihinsel spor faaliyetinin satranç olduğu bir ülkenin lideri. Kendisi iyi bir satranççı mı, bilmiyorum. Ülkenin satranç genel kültürü kadar, sinirlerine hâkim bir KGB ajanı olarak yetişmiş olmasının da etkisiyle, uzun erimli hamleleri tasarlamaya yatkın bir altyapısı var. Daha çok susarak iş görüyor.
Erdoğan ise, satrancın yerini tavlanın aldığı bir ülkenin lideri. Tavla oynar mı, oynamış mıdır bilmiyorum ama siyasal hamleleri tavla oyuncusunun hamlelerine benziyor. Tavla oynarken genellikle yapıldığı gibi, sürekli konuşuyor. Belki elindeki güç kaynakları da sadece böyle oyun oynamasına izin veriyor.
Satranç soyut bir genel modelden hareketle belirlenen hamleler tasarlanarak ve karşı oyuncunun stratejileri dikkate alınarak oynanır. Tavla da ise oyun gelen zara göre hep değişir. Karşı oyuncunun oyunu kadar, gelen zar da belirleyicidir. Her zarda oyunu yeniden kurmak, yani öngörülmeme oranı yüksek koşullarda duruma adapte olmak gerekir. İyi tavla oyuncusu gelen zarı iyi değerlendiren oyuncudur.
Suriye konusunda Putin ve Erdoğan’ın yürüttüğü politikaları bu satranç ve tavla benzetmesi içinde değerlendirmek mümkün. Erdoğan’ın yönetiminde yürütülen Suriye politikası, neredeyse her yıl baştan aşağı oyun değiştirmek zorunda kalınan bir güzergâh izledi. Bunu pragmatizm olarak tanımlamak yanlış olur. Eldeki güç ve imkânlarla bağdaşmayan, aşırı fırsatçılığın yarattığı bir savrulmalar silsilesi oldu bu. Pragmatizm, gerçeğin gerçekten alınan sonuçlar olduğunu kabul eder. Siyasette karşılığı realizmdir.
Beşşar Esad’ın çok kısa zamanda devrileceği beklentisi üzerine kurulan, aşırı romantik saldırgan politika, Şii fobisiyle beslenen bir mezhepçiliğe savruldu. En sonunda Türkiye devletinin kadim büyük korkusunun, Kürt korkusunun tetiklenmesine ve zihnin buna saplanıp kalmasına yol açan gelişmelere yol açtı. Rusya ile kanlı bıçaklı olup sonra onun izniyle Suriye’ye askeri müdahale yapar hale geldi Türkiye. Şimdi bu korkunun yönlendirdiği başka savrulmalara ve olası yeni yalnızlıklara, kontrpiyede kalma durumlarına yol açması muhtemel bir dış politika hamlesi sergiliyor Erdoğan yönetimi.
Bugüne kadar zora düştüğü durumlarda zar genellikle iyi geldi ve Erdoğan durumu lehine değiştirecek hamleyi yaptı. Ne var ki uzun vadede zarın iyi gelme ihtimali, kötü gelmesi kadardır. Politikayı soğukkanlı bir satranç oyuncusu gibi kuran bir aktör karşısında (ki diğer aktörlerden biri olan İran satranç oyununun icat edildiği ülkedir), bileğinin şansına güvenen bir tavla oyuncusunun uzun vadede kazanma ihtimali yok denecek kadar zayıftır.
Usta satranççı, bir müddet sonra rakibini eli kolu bağlı hale getirmek için, onun ilerleme hamleleri yapmasına, hâkim durumdaymış gibi gözükmesine izin verir. Suriye’de Erdoğan yönetiminin bugün elde etmiş gibi gözüktüğü başarı böyle bir durumu çağrıştırıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları