Ahmet İnsel

Demokrasinin Krizi ve Yeni Medeniyet Mücadelesi

09 Nisan 2015 Perşembe

Berlin Duvarı yıkılıp 70 yıldır ayakta olan Sovyet sistemi hızla çökünce, 21. yüzyılın evrensel demokrasi çağı olacağı iddiası liberal düşün tarafından hemen dile getirilmişti. “Tarihin sonu”, piyasa toplumuyla bütünleşmiş liberal demokrasinin bütün dünyaya hâkim olacağı müjdesinin sloganıydı.
Yeni yüzyılda biraz yol aldık. Bu zaman zarfında dünyada yaşanan gelişmeler, demokrasinin hızla yayılması ve güçlenmesi yerine, birçok yerde demokrasinin gerilemesine yol açtı. Otoriter rejimlerin çoğu varlıklarını korumaya devam etti ve yenileri bunlara katıldı. Sovyet rejiminin çöküşünün üzerinden 25 yıl geçti. Putinizm, diktatörlükle otoritarizm arasında salınan yönetim biçimlerinin neredeyse alameti farikası oldu.
Günümüz Türkiyesi de demokrasi umudunun taşkın bir otoriter yönetimle sonuçlandığı ülkeler için başka bir örnek teşkil ediyor. Şimdilik Erdoğanizm olarak nitelendirilmeyen ama Tayyip Erdoğan’ın arzuladığı rejim değişikliği gerçekleşirse bu şekilde adlandırılması kuvvetle muhtemel bir ara rejimin çalkantılarını yaşıyoruz. İkisi arasında nitelik değil, sadece nicelik farkı var. O fark da ileride kapanabilir.
Yaşanan demokrasi çöküşünün yegâne iki anlamlı örneği bunlar değil. Güneydoğu Asya’da da filizlenen demokrasi umutları da yerlerini hızla, Tayland’da olduğu gibi askeri darbeye, Birmanya’da olduğu gibi körüklenen etnik ve dinsel pogromların beslediği olağanüstü hal rejimlerine bıraktı. Malezya’da ise “Malezya’ya özgü demokrasi”nin otoriter niteliklerinin pekiştirilmesi devam ediyor.
Dünyanın en büyük nüfusa sahip demokrasisi olma sıfatını taşıyan Hindistan’da seçimlerden çıkan yeni başbakan da bir otoriter kapitalizm modelinin bu ülkeye yerleştirilmesinin mimarı olmaya aday. Narendra Modi’nin Hindu asetizmiyle pekiştirilmiş antidemokratik refleksleri, aynı zamanda ülkeyi bir şirket gibi yönetmek arzusuyla birleşince ortaya çıkacak sonucun demokrasi açısından iç karartıcı olma ihtimali güçlü. Yoksulların, alttakilerin haklarını, taleplerini savunan radikal demokrasi hareketlerinin bu otoriter kapitalizmi Hindistan’da engellemeye güçlerinin ne kadar yeteceğini önümüzdeki aylarda göreceğiz.
Güney Amerika’da Venezüella’da “yoksul dostu” niteliği giderek zayıflayan Chavez sonrası otoritarizm, “iç ve dış düşmanların kuşatması” bahanesiyle giderek daha fazla olağanüstü hal rejimi ipine sarılarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bunun farklı bir versiyonu, “varlığı yaşam tehdidi altında olan kuşatılmış millet” sendromuna dayalı İsrail’deki ırkçı niteliği giderek artan, demokratik otoritarizm.
İsrail’in önde gelen muhalif seslerinden biri olan Gideon Levy, Netanyahu’nun beklenmedik biçimde yeniden seçilmesinden sonra, “İsrail’de yöneticileri değil, önce halkı değiştirmek gerektiğini” acı bir dille ifade etti. “Altı yıl zarfında, korku ve endişe, kin ve umutsuzluk ekmekten başka hiçbir şey yapılmamışken sonunda halkın tercihi buysa, o zaman bu halkın hali gerçekten vahim demektir” diyor. Gideon Levy’nin önerisi, üsttenci bir elit tavrın ifadesi olarak da ele alınabilir ama bununla ifade etmek istediği, Netanyahu’nun partisinin seçmenlerinin gerçeklikle bağının bütünüyle koptuğu iddiası. Böyle bir ruh halindeki seçmen topluluğu karşısında demokrasiyi demokratik yollardan savunmanın yöntemi nedir? İşte demokrasi mücadelesini verenlerin çözmek zorunda oldukları bilmece.
Arap isyanları sonrasında, Tunus haricinde yaşanan büyük kaos da on yıllardır süregelmiş diktatörlüklerin beslediği eşitsizliklerin, haksızlıkların, aşağılanmaların biriktirdiği kin boşalmasının nasıl medeniyet düşkünü zihinlerce kanalize edilebileceğini gösteriyor. Diğer yandan teröre karşı savaş borusu ötünce demokratik ilkelerini askıya almakta tereddüt etmeyen Batı demokrasilerinde, Fransa’da, Birleşik Krallık’ta, İspanya’da, ABD’de de medeniyet dışına çıkma eğiliminde olan bir kitlenin giderek ve hızla büyüdüğünü görüyoruz.
Görünen o ki 21. yüzyıl, piyasa toplumu kurum ve ilkelerinin kurucu öncülüğünde, liberal demokrasinin yüzyılı olmayacak. Olmasın da çünkü yaşanan bu büyük karmaşada piyasa toplumuyla liberal demokrasinin izdivacından doğan ucubenin tahakkümünün payı büyüktü. Tam bu nedenle, önümüzdeki dönemde, eşitlik ve özgürlük ilkelerinin yönlendiriciliği altında bir demokratik medeniyet mücadelesine çok daha fazla önem kazanacak. Türkiye’de de bir anlamda gündemimizde bu yok mu?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları