Dünya Barış Günü’nde Kardeş Türküler Maçka Demokrasi Parkı’ndaydı: Ben değil biz...

05 Eylül 2024 Perşembe

Ne çok ihtiyacımız varmış “Ben, ben ben” diye başlayan tümcelerden kaçmaya! “Beeennn!” diye kükreyişlerden uzaklaşmaya! “Şahsım”la yatıp kalkmaktan, “Ya bendensin ya düşmansın” düsturundan, “Ya bana biat edersin ya da defolup gidersin” söyleminden nasıl da iğrenir olmuşuz! 

Nicedir unutmuştuk “biz” olmayı. Öyle ya bu ülke 20 yıldır ayrımcılıktan beslenen bir iktidar tarafından yönetiliyor. Kendisine benzemeyen, onun gibi düşünmeyene, davranmayana “düşman”, en ufak bir eleştiride bulunana “vatan haini” gözüyle bakan bir zihniyet, “ötekileştirdiklerine” yaşam hakkı tanımak istemiyor. Ardından gelsin trollerin tehdit ve baskı seferberliği; gelsin gözaltılar, tutuklamalar; gelsin siyasal yargı kararları ve gelsin yok edilmeye çalışılan hayatlar... 

ÖZLENEN BİRLİKTELİK: ‘BİZ ŞİŞLİ’

1 Eylül akşamı, Dünya Barış Günü’nde Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan’ın konuşmasını dinlerken gözyaşlarımı tutmak için zorlanıyor, yukarıda sıraladığım şeyleri düşünüyordum. Maçka Demokrasi Parkı’ndaydık. “Biz Şişli” etkinlik dizisinin ilk büyük konserindeydik. Yıllardır kardeşliğin, barışın, bu toprakların (iktidarların değil, bu topraklarda yaşayan her insanın) türkülerini, şarkılarını söyleyen, her dilde söyleyen Kardeş Türküler’in sahnede belirmesini bekliyorduk. 

Başkan Şahan “Biz Şişli”nin ne demek olduğunu anlatıyordu: “Biz Şişli, Kurtuluş demek, Tatavla demek. Biz Şişli, Kuştepe, Mecidiyeköy, Şişli’deki cemevi, cami, kilise; Biz Şişli, burada birlikte, kardeşçe yaşayan Türkü Kürt’ü, Alevisi ve Sünnisi, Ermenisi; Biz Şişli hepimiziz. Biz Şişli, Kurtuluş Mücadelesi’ni buradan başlatan Atatürk’ün Atatürk Evi.” 

Evet “Biz Şişli” Gazze’de ve dünyanın birçok yerindeki katliamlara inat barış demekti. Ötekileştirmeye, kutuplaştırmaya direnmek inadıydı. Kültür ve sanatın birleştirici gücüyle insanı, bireyi, toplumu savunmak demekti. Ve bu etkinlikler 2025’in haziran ayına kadar konserlerle, sergilerle devam edecekti. 

Açış konuşmasında her tümcesi alkışlarla kesilirken en çok alkışı alan tümce “Barış demek, aş demek, iş demek, az silah, büyük bütçe demek” sözleri alacaktı. 

Ne çok, ne çok özlemişiz bu düşünceleri, bu niyetleri, bu birliktelikleri... 

KARDEŞ TÜRKÜLER

Sonra konser başladı. Her zamanki gibi bembeyaz giysileri içinde, Kardeş Türküler, yeryüzünün tüm renklerini, tüm seslerini, Maçka Demokrasi Parkı’na taşıdı. Her dilde, her dinde, her etnisiteye ilişkin şarkılarını söylediler. Türkçe, Rumca, Kürtçe, Ermenice, Arapça, İngilizce, Fransızca birbirine karıştı. Türkiye ve komşu coğrafyalarda, dünden günümüze bir yolculuğa çıktık. 

Anımsayın, Kardeş Türküler topluluğu 1993’te Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nün müzik şubesi tarafından verilen bir dizi sahne performansıyla kurulmuştu. Türkçe, Arapça, Kürtçe, Asurca, Azerice, Gürcüce ve Ermenice yorumlamalarına, Laz, Gürcü, Çerkes, Roman, Balkan, Makedon, Alevi kültürlerinin müzik mirasını katmışlardı. O gün bugün kendi müzik tarzlarını oluşturdular. Konserleri ve kayıtları doyulmaz oldu. 

Onları en son Joan Baez’le bir araya getirdiğim konseri hiç unutmadım. Joan Baez Türkçe bir şarkı arıyordu ve dinlediği onca kayıt arasından onların sokak konserlerinde söyledikleri “Tencere Tava Havasını” seçmiş, kendi konserine davet etmiş, şarkıyı birlikte söylemişlerdi. Bu şarkı, Erdoğan’ın, halkın pasif protestolarına verdiği tepkiyi eleştirmek amacıyla bestelenmişti! Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu ayağa kalkmıştı. 

DEMOKRASİ PARKI HALAYA KALKTI

1 Eylül konserinde yine ilk anlardan başlayarak Feryal Öney, Vedat Yıldırım, Seda Öztürk’ün solistliğiyle birlikte dinleyiciyi avuçlarının içine aldılar. Şarkılarından ve türkülerinden önce dinleyicilere seslenmeyi elbet ihmal etmediler: 

“Hayvanların, kadınların, çocukların katledilmediği bir ülke, bir dünya için” söylediler. “Toplumsal adalet için” söylediler. “Yargının, siyasi değil, hukuki, adil ve vicdani olması için” söylediler. 

Bu kez farklı diyarlardan gelen konukları da vardı: 

Yunan sanatçılar Katerina Papadopoulou ve Kyriaksos Tapakis, sesleri ve buzukileriyle, bize rembetiko ezgileri dahil ezgileri sundular. Maraş’tan Suriye’ye göç etmiş bir ailenin kızı, Fransa’da yaşayan Ermeni sanatçı Lena Chamamyan ise kucağında minicik telli çalgısıyla (O çalgıya “Afrika piyanosu” denirdi. Hâlâ öyle mi deniyor bilemedim.) dinleyiciler arasından bir çocuğun “Abla çok güzelsin be!” haykırışları arasında sürdürdü şarkılarını. 

Konserin sonunda, ister inanın ister inanmayın (!) Maçka Demokrasi Parkı’nı dolduran büyük küçük, ünlü ünsüz, yetkili yetkisiz her ama her insan, ayağa fırlamış halay çekiyordu. Evet, sahnenin kurulduğu Dolmabahçe’ye uzanan bölümünden, Nişantaşı girişine dek, irili ufaklı yüzlerce binlerce halkada omuz omuza, el ele halay çekiliyordu. Ben böyle bir şeyi, çok eskiden Ankara Hipodromu’nda (Murat Karayalçın döneminde) görmüştüm, bir de şimdi. 

Hani “Hayat bayram olsa” misali. Çoktandır özlediğimiz bu duyguyu bize yaşatanlara, katkıda bulunanlara, emek verenlere sonsuz teşekkürler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tiyatro ve öteki 15 Eylül 2024
Müjdat Gezen ve adalet 8 Eylül 2024

Günün Köşe Yazıları