Yüksel Pazarkaya

AB'nin Açmazları...

10 Haziran 2009 Çarşamba

AB’nin bugün üye ülkelerde iktidar olan ya da ana muhalefeti oluşturan tutucu partilerin elinde hiçbir ilkesi, hiçbir birleştirici ortak değeri, hiçbir harcı yok. Bir ekonomik birlik bile oluşturmaktan uzak.

27 üye ülkede yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerini yakından izledim. Seçim süreci ve sonuçları, Avrupa Birliği’nin durumu ve geleceği hakkında umut vermedi. Üye ülkelerde seçmen Avrupa Birliği’ne fazla kulak asmıyor. Polonya’da seçime katılım yaklaşık yüzde 24, Almanya’da yaklaşık yüzde 42. AB bütününde yüzde ellinin oldukça altında kaldı. Bunun açık anlamı, üye ülkelerin yurttaşları kendilerini Avrupa yurttaşı görmekten çok uzak.

Sandık başına gidenlerin birincil derdiyse, kendi ülkelerinde işbaşındaki hükümete ve hükümet partilerine bir ihtar çekmek, onları uyarmak. Bu yüzden, hemen bütün üye ülkelerde iktidar partileri oy kaybına uğradı.

Örneğin, Almanya Sosyal Demokrat Partisi SPD yüzde 21 kadar oy alabildi. SPD ile koalisyon yapan Başbakan Angelika Merkel’in partisi CDU beş yıl öncesine göre yaklaşık yüzde 8 oy yitirdi.

Diğer iki önemli olgu, daha da öteye, Avrupa Birliği düşüncesinin özüne ters düşmekle kalmıyor, aynı zamanda birlik düşüncesine büyük bir darbe vuruyor. Bunlardan ilki, aşırı sağ ve faşist parti ve temsilcilerin gücü yeni AB parlamentosunda büyüdü.

Birçok üye ülkede, örneğin Avusturya’da, bunlar görece başarılı sonuçlar elde ettiler. Aşırı sağ ve faşist partiler, ırkçı ve milliyetçi partiler ve temsilciler, doğal olarak Avrupa Birliği düşüncesinin de düşmanıdırlar.

Bunlar, AB var oldukça, orada öncü ulus olmak ve diğer üyeleri ikinci sınıf görerek, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isterler.

AB karşıtı ülkeler

Bir de başından itibaren AB karşıtı olup, ülkelerinin AB’ye katılmaması için çalışmış, şimdi de AB’den çıkmasını isteyen kümeler var ki, bunlar da -bu çelişkiye ne ad verilir?- AB’den çıkmak için AB parlamentosuna girdiler.

İngiltere’de AB’den çıkmak isteyen parti, birçok seçim bölgesinde İşçi Partisi’ni de geçerek, muhafazakârların ardından ikinci parti olma başarısını elde etti. Muhafazakâr parti de zaten onlara yakın bir politika izliyor.

İkinci olgu, başta Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Avusturya olmak üzere, birçok üye ülkede yalnız ırkçı partilerin değil, aynı zamanda birçok ülkede iktidarda olan tutucu Hristiyan demokrat partinin de seçim kampanyasında başat konusunun Türkiye olmasıydı. Daha doğrusu, Türkiye’nin AB üyeliğini ret söylemi. Bunların başını Almanya Başbakanı Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy çekti.

Ortak kriz politikası

Bu iki olgu, AB’nin içine düştüğü sefaletin açık görünümü. O nasıl bir Avrupa Birliği olmalı ki, en büyük derdi Türkiye, Türkiye’den başka seçim konuşmalarında işleyecek ve çözüm önerisi getirecek sorunu yok. Böyle bir AB’nin de sonu yok.

AB’nin bugün üye ülkelerde iktidar olan ya da ana muhalefeti oluşturan tutucu partilerin elinde hiçbir ilkesi, hiçbir birleştirici ortak değeri, hiçbir harcı yok. Bir ekonomik birlik bile oluşturmaktan uzak.

Son kriz karşısında uzun süre yaşanan ulusal çıkar çekişmeleri ve oydaşmaya yanaşmayan politikaları bunu yeterince kanıtladı. Ödün ödün üstüne, salt gülünç duruma düşmemek için, sanki sonunda bir ortak kriz politikası oluşturuldu.

Böyle giderse, AB en iyi durumda bir gümrük ve ticaret birliği olmanın ötesinde nitelik ve anlam kazanamayacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaygan Mantık 7 Şubat 2014
Yargı ve Demokrasi 30 Ocak 2014

Günün Köşe Yazıları