Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Padişah buyruğundan halk iradesine...’

24 Nisan 2018 Salı

Gazi Meclis’in 98. yaş günü, dünkü özel oturumunda, “Gazi Meclis’in yetkilerinin elinden alınması” tartışmalarını izlerken, 1969, çömez gazetecilik yıllarımda, Gazi Meclis’te milletvekilliği yapmış, o tarihte halen yaşayan 19 milletvekili ile görüşerek yaptığım, “Padişah buyruğundan halk iradesine..” başlıklı yazı dizisini biraz buruk anımsadım..
Sonuçta şekil olarak halk iradesinin temsil edilmesinden öte, ülkemiz sınırları içinde yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tümünün oy hakları kullanılmış Gazi Meclis’teki yelpazenin dağılımı, bugünün siyasi partiler, grupların varlıklarına yönelik kimlik pazarlamalarıyla eksiksiz gibiydi. Beş aşağı beş yukarı, aidiyet duygularına bakılırsa soyut sağ-sol çorba yapılmış kavramlarının ötesinde, kabaca geçerli algılamalara göre aynı çerçevelerde dil-kültür, alt kimliklerin temsil edilmelerinin geçerli olduğu bir dağılımdan söz edilebilirdi.. Kan olarak ari ırk söz konusu olamayacağına göre, Gazi Meclis’tekine benzer, dil-inanç boyutları ile ırkların, çok daha ağırlıklı olarak da mezhepler üzerinden, siyasal İslamcı akımların, inançlar ekseninde temsil edilmeleri, aynı topraklar üzerindeki varlıkları ile orantılı yer almaları gerçeği sürpriz değildi.
Sürpriz olanı, benim içimi buran ayrıntıyı mı merak ettiniz? Gazi Meclis’in “Padişah buyruğundan halk iradesine” geçişini sağlayan, sözde aynı yelpazeden temsilcilerinin bugünlerde, bugünkü Meclis’te karşımıza çıkan değerler erozyonu, kimlik sapmaları, cepheleşmelerle birbirlerine düşmanlıklarından çok öte, halk iradesinin temsil edildiği bir Meclis’in varlığından söz edilebilecek işleyişin yok olmuş olması olabilir mi?

***

16 Mayıs 1969’da, İzmir’in işgalinden bir gün sonra yayımlanmaya başlayan yazı dizisinde, o tarihte yaşayan Gazi Meclis’te görev yapmış 19 milletvekilini bulmuştum. Kuşkusuz benim tarih bilgimin onların anılarını açmada yetersiz kalışı ile, onların ileri yaşlarının çakışması, birkaçının ben görüştükten sonra dizi yayımlanamadan yaşamlarını yitirmiş olmaları benim için büyük sorundu. Yine de Celal Bayar’dan Diyap Ağa’ya, Yusuf Kemal Tengirşek, İsmet İnönü, Tevfik Rüştü Aras, Kılıç Ali, Fahrettin Altay, Fuat Carım, Ekrem Rize.. çok renkli yelpazede marka isimlerin, 49 yılın ardından Gazi Meclis’teki buluşmaya, Meclis ile gerçekleştirilmiş büyük devrime, kurtuluş, kuruluş savaşları destanları, Atatürk devrimine bakışları, değerlendirmeleri çok anlamlıydı.
En çok Yassıada yargılamalarından çıkmış, arkadaşları idam edilmiş Celal Bayar’ın, Mustafa Kemal’in hem asker, hem de siyasal direnişe, Meclis’e damgasını vuran lider olarak duymayı sürdürdüğü hayranlığından etkilenmiştim. Osmanlı’nın büyük yenilgisi, uzun soluklu savaşlar, ağır kayıplar karşısında Anadolu topraklarında yaşayanların çaresizliğini, ağır yılgınlığını tanıklıklarıyla anlatırken, Ege bölgesi, İzmir’in teslim edilişi sahneleri ile özetlerken; “Biz direnelim desek, arkamızdan vurmaya hazırdılar. İzmir işgali İstanbul’da Saray’ın teslim oluşuna biat etmiş çaresiz halka çok ağır darbe olmuştu. Mustafa Kemal güçlü iradesi, üstün zekâsı ile Anadolu topraklarında Samsun’dan başlayan yolculuğunda, direniş taşlarını bir bir bağlayarak, o büyük direnişi, Kurtuluş Savaşı destanını gerçekleştirdi..” diyordu.
Tatlı bir anı, bu dağınık yelpazedeki anılar aktarımından yazıya kimlik vermesi gereken damga vurucu sonucu; o tarihte Türkiye’de şiirleri yasaklı Nâzım Hikmet’in Bulgaristan’da basılmış 2. cildindeki şiirinden ancak bir alıntı ile röportaj dizisine giriş yaparak, çıkarabileceğimi düşünmüştüm. NATO’ya 23 sente mal olan ucuz askeri anlatan şiirinde “tavşan gibi korkak, toprak gibi akıllı, gençlik gibi cesur, su gibi kurnaz..” tanımlamalarının yapıldığı akış; “O tornacı Hasan, köylü Mehmet, öğretmen Ali’dir. Kaya gibi yumruğunun son ustalığı; 922 yılı 9 Eylülü’dür” dizeleri ile bitiyordu. Sevgili Hocam Ecvet Güresin besbelli şiiri en azından dilinden, akışından tanımış, benim “Bir antolojiden aldım” savunmama inanmayarak, ama şiiri de sayfadan atmaya kıyamayarak, “Yarın bir sorun çıkarsa kovuldun” demekle yetinmişti.
Ne dersiniz? Bu toprakların her daim çok ağır bedeller ödemiş, yılgın, yorgun, biat eden, en altta, en çok ezilenleri, kaybedecek bir şeylerinin kalmadığının yüzlerine çarpılması noktasında, ortak değerlerle direniş destanlarını yazmayı yine başaracaklar mı? Dünyada bir benzeri olmayan, hak-hukuk-adaletdemokrasinin katledildiği tek adam rejimi adına yaşatılanlardan, Meclis’in son halinden uyanıp dersler çıkarabilecekler mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları